Ötüyor Her Taşın Üstünde Birer Dilli Düdük Kaplamış Etrafını Dinliyor Yüzlerce Hödük
Bilginin ve emeğin neredeyse yok
addedildiği bir dönemi yaşıyoruz. Herkesin her şeyi bildiği, her konuda fikir
sahibi olduğu Aziz Nesin’in dediği gibi: “Bir b… bilmiyor, bir b… bilmediğini
de bilmiyor.” ya da Uğur Mumcu’nun deyişiyle:” Bilgi sahibi olmadan, fikir
sahibi olunmaz.” sözleri kulaklarımda çınlar durur. Farklı zamanlarda iki
kişiyle tanışmıştım. İlki, kendisinin beden dili uzmanı olduğunu söylemişti.
Heyecanlanmış ve uzmanlık alanını sormuştum. Telefon idaresinde teknisyenim,
deyivermişti. Diğer kişiyle tanışmamda da başka bir dumur yaşamıştım. Terapi
uygulaması (adını vermeyeyim) yaptığını söyleyen kişiye gene heyecanlanmış ve
uzmanlığını sormuştum. Emekli banka müdürü olduğunu öğrenince ikinci bir hayal
kırıklığı daha yaşamıştım.
Herkes her şeyi biliyor. Sizin
ömrünüzü verdiğiniz uzmanlık alanları da artık fasa fiso. İnternet çağı herb…ologları
türetti. Boş zamanlarında bildiği bilmediği her konuyu araştıran sonra da gelip
size satan bir güruh bu. Daha geçende başıma geldi, bir toplantı esnasında öyle
salvolar atıyor ki hepsinin altı boş. Her biri için bir yanıt vermeniz
gerekiyor; düzeltmeniz, toparlamanız gerekiyor ama hangi birisine dokunasınız?
Hem şayanıhayretle kişinin özgüvenine anlam veremiyor hem de Mehmet Akif’in
tabiriyle: “Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük, kaplamış etrafını
dinliyor yüzlerce hödük!” dedirtiyor. Özgüven patlaması yaşayan bu tuhaf
mahluklara bir şey deseniz, muarızları hemen sizi kıskançlıkla, bilgisizlikle
suçlayacak. Linç edilmemeniz olasılık dahilinde bile değil. Bilenlerin susup,
bilmeyenlerin konuşturulduğu bir toplumda aslında aynanın arkasına bakmak
gerekiyor. Eskilerin tabiriyle, konuşana değil, konuşturana bak! Konuşturan
kitle, sadece dinlemeye, adeta bir meddah izler gibi keyif almaya odaklanmış
durumda. Leb dediğiniz anda illüzyon bozulacak ve sizi dışlayacaklar. Toplum,
hikaye anlatanları pek sever. Tarihten günümüze bu hiç değişmemiştir. Kutsal
kitabını bir türlü okumaz ama onun hakkında söylenenleri (yarı doğru yarı
yanlış), gözleri yaşararak dinler. Okumaz, öğrenmez ama hep dinler. Anlatıcılar
da bunu bildikleri için sizi şaşırtacak, çok bildiğini gösterecek vuruşlar
yapar. Dinleyici-ağlayıcı kitlesi de büyük bir iştiyakla takipçisi (fanı) olur.
Daha önce de yazmıştım, ünlü bir Youtuber şu sıralar 1 milyona yaklaştı
takipçisi. Onunla ilgili takipçilerinin yazılarını okuyorum, gülmekle üzülmek
arasında trajikomik haller ediniyorum. Neden mi? Çünkü bu kişi hoca değil. O
alanın uzmanı hiç değil. Ama öyle bir film tutturmuş ki, herkes onu uzman
sanıyor, yerseniz. Nereden mi biliyorum? O kişiyle bir dönem birlikte çalıştım,
oradan biliyorum. Mesleğini, diplomasını, içtiği suyu, aldığı havayı…
Topluluk önünde yapılan
tartışmalardan kaçmaya başladım. Çünkü sürekli bu tiplere denk geliyorum.
Davranışlarını dikkatle gözlemlediğinizde, dikkat çekmeye çalışan, beğenilme
güdüsüyle hareket eden kişiler izlenimi edinirsiniz. Sonuçta sosyal ortamlar
rahatlama amacıyla oluşuyor. Bir de orada kişilik çözümlemesiyle uğraşmak yüke
dönüşüyor. En iyisi mi yalnızlık, kitaplarınız, aileniz ya da birkaç dostunuz.
Kişi üfürürken sussanız sazı
eline alıyor daha da tıngırdatıyor. Susmasanız hedef kitlesi size engizisyon
uyguluyor. İki ucu …klu değnek dedikleri de bu olsa gerek.
Son tahlilde, bundan böyle kulak
tıkaçlarımla toplantılara, sosyal ortamlara katılacağım. Herkese güleceğim,
duyuyormuş gibi yapacağım. En azından psikolojim düzelir. Okullarda ders
kitaplarına giren ayet vardır bilirsiniz. “Bilenler ile bilmeyenler, hiçbir
olur mu? Hiç şüphesiz ancak akıl sahipleri bunu idrak edip anlar.” Maalesef
artık bir oluyor, hatta bilmeyenler daha da revaçta azizim. Koyunun olmadığı
yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denilmesi
sizce boşuna mı?
Yorum Yap