Blogger tarafından desteklenmektedir.

Mamma Li Turchi* (İtalya’ya Dair)

 


    M.Ö. 753’te kurulan Büyük Roma İmparatorluğu “Kavimler Göçü” esnasında Hunların (bir nevi Türki kavimlerin) baskıları sonucunda M.S. 395’te Doğu (Bizans) ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Sonrasında İtalyanlar ve Osmanlı arasında deniz savaşları ve istilalar hız kesmeden sürmüştür. İtalyanlar ile Türkler arasında ortak ve uzun bir tarih olduğu herkesçe bilinmektedir. Efsaneye göre Roma’nın kurucusu olan Romulus ve Remus “dişi kurt”tan emzirilmiştir. İşte tam burada Etrüskler akla geliyor. M.Ö. 6. yüzyıla kadar hüküm sürmüş Etrusi (Türük’e çok benziyor.) veya Tusci (Tüski ?) bir topluluk. Tarihsel araştırmalar bu topluluğun Türk kavmi olduğunu öne sürüyor. İtalyanlar arasında da bunu savunan tarihçiler mevcut. Bu konuyu tarihçilere bırakalım. Gelelim benzerliklere, Postacı Ahmet Dayı’ya benzeyen İtalyan görmek olası. Yani, Türklere çok benziyor bir kısmı. Bilimin sesine kulak verdiğimizde ise, yakın komşulardan sonra en yakın genetik bağımız, önce İtalyanlar sonrasında da İspanyollar olarak saptanmış (Bkz. Bilkent Üniversitesi Türklerin Kökeni Araştırması).

    İtalyanlar, Türkler gibi çok konuşkan ve sıcakkanlı bir millet. Araba kullanırken bile ufacık boşlukta konuşuyorlar. Yüksek sesli- adeta kavga eder gibi- abartılı jestlere sahipler. Böyle olması akla Comedia Dell’arte (Ortaoyunun öncülü) tiplerini getiriyor. Tumturaklı ve grotesk bu tipler adeta yaşamın da içindeler. İtalyanlar hızlı konuşuyor; İngilizceleri bile hızlı, anlamak güç ama mimik ve jestleri takip ettiğinizde boşlukları dolduruyorsunuz.

    Fizik özellikler olarak bir kısmının bize benzediği aşikar ama benzemeyenler farklı bir estetik özellik taşıyor. Filmlerdeki İtalyan dediğimiz tipler. Giyim kuşama önem veriyorlar, bize oranla oldukça bakımlılar. Küpe takmış otobüs şoförü, tornacı görmeniz işten bile değil.  Diğer bir benzerlik noktamız trafik. Özellikle o daracık yollarda harikalar yaratan İtalyan sürücüler. Otomobil sporlarında İtalyanların önde olmasını bu yollarda aramak gerekir. Doksan küsur yaşında bir bayanın pikap sürdüğünü hayal etmeyin, sürüyor. Kadın-erkek hepsi çok maharetli. Hele o motor sürenler! Gidiş-geliş yolda iki otomobilin arasında aynı anda karşılıklı iki motorun geçiştiği (sollama yaptığı) anı unutamıyorum. Şimdi birisi ecelini verecek derken gözden kayboldular. Buna rağmen trafikte kurallar çok net çizilmiş. Yasak bölgeler, turuncu, mavi, beyaz park yerleri, park otomatları, otobanda erken uyarı sistemleri vb. trafik akışını kolaylaştırıyor. Otobüsler hariç (virajlarda uyarı amaçlı) korna sesi yok. Trafikten konu açılmışken otoyolların bizimkinden daha eski ve genişletilmeye ihtiyacı olduğu söylenebilir buna rağmen otoyol ücretleri bizimkilerin yanında devede kulak kalıyor. İtalyanlar da araç konusunda tasarruftan yana. Pahalı arabalar yerine pratik otomobilleri tercih ediyorlar. Ağırlıklı olarak da kendi markalarını kullanıyorlar ve ayrıca Murat 124, Doğan, Şahin sadece bizim ülkemizde varmış. İtalyan tarihine duyduğumuz saygıdan olsa gerek. Otoyollarda dinlenme tesisleri modern, işlevsel ve hatta hayalini kurduğum tenteli dinlenme tesisleri bu ülkede güneş enerji panelleriyle kapatılmış ve kendi enerjisini üreten dinlenme tesislerine dönüşmüş.  Bir Akdeniz ülkesi için elzem olan gölgelikler burada vücut bulmuş. Ankara’dan İstanbul’a, Antalya’ya, İzmir’e gidiniz bir tane gölgelikli otopark yeri bulamazsanız.

    Çöplerin ayrıştırıldığı İtalya’da tuhaf gelen şey ise, hijyen konusunda Helenler gibi sınıfta kalmaları. Yunan şehirlerindeki pislik, tesissizlik, bakımsız tuvaletler, kokarca gibi çöp kutuları İtalya’ya da sirayet etmiş. Özellikle Roma bu konuda ödül alır. Sonradan yaptığım bir araştırma, Roma’nın New York’tan sonra en pis ikinci şehir olduğunu ortaya koydu. Caddelerdeki idrar kokusu ve görüntüsü, metrodaki pislik tarif edilemez boyutta. Belediyeler neredeyse hiç çalışmıyor. Evsiz insanlar (özellikle Afrika kökenliler) atalarının öcünü sanki İtalya’dan alıyorlar, yere serdikleri döşek üstünde, alkolün esiri olmuşlar. Buna rağmen hiç sığınmacı yok (Suriyeli diyelim). İtalyanlar ehlikeyif bir şekilde yaşıyor. Restoranlarda, yollarda Afrikalı göçmenler ve özellikle Türkçe konuşan Hintliler görüyorsunuz. Tüm işleri onlara yıkmışlar, kendileri siesta (gündüz uykusu) yapmakla meşguller. İtalya’yı bu konuda endişe verici gördüğümü söyleyebilirim. Daha çok turizme yatırım yapmaktalar, evet sanayileri gelişmiş ama halkın pek çalışmada gözü yok, insanlar çok yavaş çalışıyor. Ülkemizde olsalar o iş yerleri iki günde kapanır. Yollarda çocuk da yok. İtalya yaşlanmış ve alkol ile konformizm onları esir almış diğer Avrupalılar gibi.

    Gelelim şu İtalyan yemeklerine. Öncesinde market raflarında çeşit çeşit renk renk domateslere gelelim. Ülkemizde on çeşit domates olduğunu hesaba katarsak İtalya’da Vezüv’ün, Etna’nın minerallerle zenginleştirdiği topraklarda en az üç düzine domates çeşidi olduğunu söylemek abartı sayılmaz. Yeşil biberinin lezzeti, yumruk büyüklüğünde açık sarı limonu (limonatası da çok lezzetli), kardinal üzümü renginde fındık büyüklüğünde ve çekirdeksiz adeta içine esans zerk edilmiş üzümleri farklı tatlar olarak dikkatimiz çekti. İtalyan şaraplarının farkı belki de bu üzümlerinde saklı. Zeytinyağı, meyve ve sebzeleriyle tabiatın cömert davrandığı bir coğrafyadan bahsediyoruz.

    İtalyanlar makarna ve pizza ile meşhur. Bir de tabii ki deniz mahsülleri… Deniz mahsülleri ile pek aram iyi olmadığından o konuda yorum yapamayacağım. Ama, İtalyanların Avrupa’da en taklitçi millet olduğu tartışılır durur. Makarnayı (erişte) M.Ö. 6 binli yıllarda Çinlilerin bulduğu bilinir. Sonrasında coğrafya yakınlığı Türklerde de görülecektir. Örneğin bizim mantı, İtalyanlarda ravioli olacaktır. Marko Polo 13. yüzyılda Çin’e gider ve makarnayı oradan alıp getirir. Olur sana İtalyan makarnası. Lahmacun ta Babillerde bilinir. Lahm-ı acin (etli hamur) Lübnan’dan İtalya’ya yolculuk esnasında pizzaya dönüşür. Pizza, bizde pidedir (pitte). Bizdeki adı da Cenevizlilerin Karadeniz’deki ticareti yoluyla taşınmış ve pideye dönüşmüştür (Bkz. Pidenin Tarihi –Recep Yılmaz). İmdi bu kadar bilgiye niye gerek duyduk? Makarnaları öyle bizimki gibi değil. Tam haşlanmamış ve diri. Pizzaları tam bir inovasyon harikası, her çeşit var. Hele boş bulunup ançüezli (hamsinin küçüğü) berbat bir pizza da yemiş oldum. Bizim Karadeniz yağlısı’nın, kıymalı pidesinin, Konya’nın etli ekmeğinin, lahmacunun önünden hiçbirisi geçemez ama gel gör ki reklamı var. Biz bile pizzacı olduk çıktık. Çünkü çağ atlıyoruz yerken  değil mi? Floransa’da kentin kimliğini ve kültürünü korumak için döner ve Türk lezzetleri 2016’da yasaklandı. Onu diğer şehirler takip etti. Ama bizde, yersen! İnsana en çok dokunan ülkemizde şehirler arası yollardaki yabancı kahve markalarının istilası. Bir bardak çaya muhtaç kaldık çünkü yok. Her yer kahveci oldu; kapuçino, espresso, latte vb. Hani Türk kahvesi? Hoş, Yunanistan’a giderseniz size Türk kahvesini Yunan kahvesi diye pazarlar siz de keyifle içersiniz. Yunanlı bizden çok bizim kahveye sahip çıkarken biz kahvemizi ve çayımızı unuttuk. Onları da içelim ama bu kahve takıntısı bana pek manidar geliyor. İtalyanlar her sabah kapuçino içip şekerli kruvasan yiyorlar. “İtalyan kahvaltısı” için kaldığımız evin sahibi jest yaptı; sabah gittik, kahvaltı edemeden geldik. Bizim zenginliğimizin ve çeşidimizin yanından geçemezler. Tabii ki bunlar kültür meselesi, onların tadı. Bize yabancı geldiği için hoşlanmıyor olabiliriz ama onlar bizimkileri yasaklarken biz gönüllü tadımcılar olup onlar lehine hareket ediyoruz. Bize dokunan bu!

    İtalya yemyeşil, doğayı korumuşlar. Büyük şehirlerde bile gökyüzünü kucaklayan gökdelenleri yok. Evleri yıkıp ağaçları kesip yollar yapmamışlar. Tarihe saygılılar. Kaldığımız bir evde antrede aynanın önünde bir kitap gözüme ilişti. Bin sayfanın üzerinde renkli, Roma İmparatorluğu tarihini anlatır bir kitap. Biz ise, Osmanlı tarihini anlatır bir kitap iliştirmeyi aklımıza getirmeyiz. Tarihleriyle barışık oldukları için tarihi eserlere de sahip çıkıyorlar. Her yerden bir sanat eseri ve tarih fışkırıyor. Sahillerde otel işgali yok, rantiye yok. Bol keseden verilmiş yıldızlı oteller yerine butik işletmeler tercih edilmiş. Böylece sahiller de korunmuş.

    Turistik alanları gezerken cüzdana sahip olunması gerektiği uyarılarını vloglarda çok izledim. Evet, bu konuda tekin değiller. Avrupa Birliği ülkesinde güpegündüz, yankesicilerin varlığı çok düşündürücü. Güvenlik konusunda İtalyanların sınıfta kaldığı bir vakıadır.

    Yolculuklar esnasında farklı insanlar çıkar karşınıza. Birinde, Yunanlı bir kişinin keşke Osmanlı devam etseymiş ve ayrılmasaymışız sözünü bir vatandaşımızdan duydum. Osmanlı’da yönetici sınıftık, ayrılınca İtalyan, İngiliz bizi sömürdü. Osmanlı ise hiç böyle değildi, demiş. Evet çok doğru bir tespit. Osmanlı yıkılınca 37 devlet doğdu. Şimdi o devletlerin hiçbirinde huzur yok. Batı, kendi çıkarı için gereğini yaptı ve huzursuzluk, çatışma, açlık tohumlarını üzerimize serpti.

    Ezcümle, İtalya harika doğası, sahilleri ve tarihiyle gezilmeyi, hatta yaşanmayı hak eden ülkelerden birisi. Rönesans'ın, uyanışın, sanatın sembolü; kıskanmamak elde değil. Görseldeki resim, Rönensans’ı anlatır. Yaşlı kişi, geçmişi ve mirası; çocuk, geleceği; anne, bereketi anlatır. Adam ise, kara yüzüyle, bağnazlığı temsil eder. İşte o İtalya, bağnazlığı yenmiş ve geleceği kurtarmıştır. Her ne kadar resimde kaybetse de!

 

 

*Mamma Li Turchi (Anne Türkler geliyor.)

Hiç yorum yok