Blogger tarafından desteklenmektedir.

Eğitim Bilimlerinde Hocaların Hocası Prof. Dr. Veysel SÖNMEZ ile Söyleşi (Anısına Saygıyla)

 

Prof. Dr. Veysel SÖNMEZ’in (1943-2023) Anısına Saygıyla!

 

Eğitim bilimlerinin yaşayan duayeni hocaların hocası, değerli hocam hoş geldiniz.

Hoş bulduk.

Sayın Hocam, kısaca yaşam öykünüzden bahseder misiniz?

Karadenizliyim, çocukluğum babamın işleri dolayısıyla üç şehirde geçti: Ağrı, Artvin ve Erzurum’da geçti. Varsıl bir ailenin çocuğuydum, okuma fırsatı edindim. Babam tüm kararlarda benimle birlikte hareket eder ve beni desteklerdi. Demokrat bir babam vardı. Başarılı bir öğrencilik sonucunda Cilavuz Köy Enstitüsüne yazıldım. Oradan mezuniyetle birlikte çeşitli illerde öğretmenlik yaptım. Ardından İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdim, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Yüksek Lisans ve Doktoramı tamamladım. Benim bu noktaya gelmemde en büyük emeklerden birisi kuşkusuz Prof. Dr. Selahattin ERTÜRK’tür. Hacettepe Üniversitesinde hocalık ve emeklilik, halen Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyorum.

Hocam, onlarca kitabınız var. Her biri diğerinden değerli başyapıt niteliğinde, bu kadar büyük bir deneyimin ardından bir eğiticinin nitelikleri neler olmalıdır, diye sorsam bize neler söylersiniz?

Benim ölçütlerim sadece eğiticiler için değil; tüm meslek dalları için ölçütlerdir. Alanının çağdaş bilgi seviyesine ulaşacak, sadece bilgiye değil beceri ve uygulamayı da yapabilecek. Örneğin bir matematikçi; matematiği bilecek sonra da matematiğin öğretimini bilecek, bunu sınıf ortamında da uygulayabilecek, gösterecek ve karşılaştığı sorunları çözebilecek. İkinci olarak sürekli kendini yenileyecek. Yaşamda saniyede altı buluş yapılıyor genç. Ben bir saniye önceki bilgilerimle yaşayamam. Sürekli alanıyla ilgili kendini yenilemelidir. Üçüncü özelliği, problem çıkartıcı değil, problem çözücü olacak. Bunun için de, bilimsel, sanatsal, felsefi yöntemleri etkili bir şekilde yaşama uygulayabilecek. Problem yaratan insan olmaktan çıkmalıyız.

Çok isabetli Hocam.

Dördüncü özelliği çağdaş, bilimsel, sanatsal, felsefi anlayışı yaşamına geçirecek. Milattan önceki değerleri değil! Tiyatroya gidecek, sinemaya gidecek, panellere gidecek, dergi okuyacak. Beşinci özellik, etik değerlerle donanık olacak. Vatanını sevecek.

Sevgi deyince aklıma “Sevgi Eğitimi” kitabınız geliyor.

Etik değerlerle donanımlı olmayan kişi atom bombasından daha tehlikelidir. Her şeyi, çıkara, mevkiye bağlamışsa bu insan tehlikelidir. Alanı bilse ne olacak? Yetişmiş insan etik değerlerle donatılmalıdır. Verdiği sözü tutmalıdır her şeyin başında. Kurumlar için bu çok önemlidir. Altıncı olarak, eser ortaya koyabilmelidir. Karşılık beklemeden bilgilerini paylaşabilmelidir. Bir resim olabilir, bir fabrika olabilir, bir model olabilir… Son olarak da yeni ürünler ortaya koymak yani sentez yapmaktır. Eğitim seviyemiz yükseliyor ama etkili değil. Yani öyle olsaydı en dürüst insanlar en iyi eğitim alanlardan çıkmalıydı. En çok yalan söyleyen, en çok boyun eğen insanlarımız ise maalesef en fazla eğitim alanlar arasından çıkıyor.

Bir konuyu öğretmek istediğinizde, örneğin; müşteri ilişkisini çalışanıma öğreteceğim, bunun için nereden başlamam lazım?

Önce şirketlerin bir AR-GE biriminin olması lazım. Sonra nasıl hizmet götürüyor, kime götürüyor sorularına karşılık bulmak gerekiyor. Hizmet götürdüğü ihtiyaç ne? İhtiyacı belirlemeden herhangi bir planlama yapamazsınız. Benim müşterilerimin neye ihtiyacı var? Onun bilimsel araştırmalarla belirlenmesi lazım. Biz bu ihtiyacı nasıl gideririz? Bu da bilimsel bir yolla çözümlenmek zorunda. Bizim ihtiyacımız sözgelimi hijyen konusunda olsun. Müşteri bu konuda sıkıntılı. İşte bunları belirledik mi nasıl gidereceğimizi buluruz. Eğitim burada karşımıza çıkıyor. Üretimden tüketime kadar her basamaktaki problem farklıdır. Her basamak için ayrı bir öğretim programına ihtiyaç vardır. Probleme göre program düzenlenir. Bütün bunları çözdüğümüzde bu işi yapacak yetkin kişiyi bulmamız lazım. Bir işi de olabilir, heyet de olabilir. Problemi çözecek kişide lafa bakılmaz. Çöz arkadaş dersin çözer, çözemiyorsa laf kalabalığına imkan vermemek gerekir. Siz ona küçük bir model vereceksiniz. Yapıp, çözüp, gösteriyorsa o kişi doğru kişidir. Bizde güzel söz söyledin mi bilin ki o kandırmaya dayanır. Bilimle ilgili sözler acıdır, serttir.

Programı oluşturduk diyelim, planlama nasıl yapılmalı peki?

Planlamayı eğitim uzmanları yapacak. Bunların dışında mutlaka o alanı bilen birisi olmak zorundadır. Eğer alanın uzmanı bir de eğitimciyse işte orası fevkalade başarı sağlar. Hem alanı biliyor hem de eğitimi biliyor. Çok önemlidir burası. Diğer konu da ölçme-değerlendirmenin farklı kişilerce yapılmasıdır. Eğitimciden bağımsız birileri olmak zorundadır. Çünkü hem eğitimi ver hem değerlendir bu kısımda duygusal faktörler yer alır. Eğitim öğretim ayrı değerlendirme ayrıdır.

Yani buradan şunu anlıyoruz. Ölçme-değerlendirme uzmanı en az eğitici ya da alan uzmanı kadar konuya hakim olmalı ki doğru değerlendirme yapabilsin, doğru sorular sorabilsin.

Anasını kaçıran kadı, davaya bakan kadı, diye bir tabir vardır Anadolu’da durum aynen böyle oluyor eğer bir ayrım yapılmazsa. Tarafsızlık şart. Şimdi hangi hedeflere ulaşacağız bunun yanıtını bulmaya çalışalım. Hedef bir kişinin ulaşmak istediği nokta. Kazanım ise, bu hedefin sonunda elde ettiğimiz sonuç. Kazanım aslında bir öğrenme çıktısıdır. Gözlediğim, ölçtüğüm değerlere bakarak ben bir değerlendirme yapabilirim.

Hedefleri dört alana göre belirledik diyelim.

Bilişsel, duyuşsal, sezişsel, devinişsel alanlardan duyuşsal alan çok önemli. Hedefler en az uygulama düzeyinde olacak. Yani mutlaka uygulama yapılacak. Bilgi gereklidir ama önemli değildir. Bilginin ne’liğini öğrenirsin. Bu çok önemli değildir. Asıl önemli olanı sizin o bilgiyi yaşamda gösterebilmenizdir. Bilgiye 1 saat ayıracaksan uygulamaya 8 saat ayıracaksın. Diyelim ki müşteriyle sağlıklı iletişim kurma, bunun bilgi düzeyi maksimum 1 saat, kavrama düzeyi 1 saat, uygulama ise sınırsız.

Öğretme yöntemleri içerisinde uygulamayı esas alan teknikeri daha ön plana çıkardığınızı görüyorum. Simulasyon gibi örneğin.

Tabii, her kazanımı kazandırmada yöntemler, teknikler, taktikler vardır. Bilgi için, kavrama için farklı, uygulama içinse mutlaka yapıp gösterdikten sonra öğrencinin yapıp göstermesi şarttır.

DEMO yöntemi yani.

Evet Demo olacak ama öğreneni azarlamadan iyi iletişim kurarak bu süreç gerçekleştirilmeli, öğrenenin yapıp göstermesi sırasında sabır gösterilmelidir. Diğer basamak ise, hedef veya kazanımları yazacak, ardından içeriği düzenleyecek. Bitmedi bir de eğitim durumlarının düzenlenmesi gerekir. Burada mutlaka çok değişik, öğrenenin etkin katılımını sağlayan ortamlar oluşturmalıyız. Sıkılmayacak, hoşlanacak… eğitici bir orkestra şefi gibi kimden ne ses çıkacağını bilecek ve yönlendirecek.

Aklıma Gardner’in Çoklu Zeka Kuramı geldi. Bahsettikleriniz biraz onu çağrıştırdı.

Bunu ilk defa çözen Köy Enstitüleridir. Benim “Dizgeli Eğitim” kitabım da buna uygundur. İnsanın tek zeka yapısı yok. 8 tür zeka var, siz bunlara göre eğitim ortamı hazırlamalısınız. Gardener’da bunun uygulaması yok.

Evet yok.

Benim kitabımda var. Benim savunduğum sistemde yeri gelir düz anlatım, yeri geliş sunuş, yeri gelir güdümlü öğrenme olur, yeri gelir örnek olay olur, yeri gelir çoklu zekanın özellikleri olur, yeri gelir deney olur. Planlamacı uygun yöntemi bulabilmelidir. Benim Köy Enstitülerinde matematiği öğreniş şeklimi anlatayım sana genç. Öğretmen geldi bugün ağaç dikeceğiz, dedi ve araziye götürdü. Nasıl dikeceksiniz, dedi. Belli aralıklarla dikeceğiz, dedik. Nasıl karar vereceksiniz, dedi. Orada alanı hesaplamayı öğrendik. Orada metreyle ağaç aralıklarını ölçmeyi öğrendik. Gerçek bir alan problemi çözmüş olduk. Hangi ağacı dikeceğiz, dedik. Araştırmaya başladık kütüphanede yetmedi, ağaç işleri öğretmenine gittik. Hangi ağacın ne kadar yetişeceği, toprağı, suyu hepsini öğrendik. Al sana biyoloji, coğrafya… arazinin ağaçlandırılması kararının da öğrenciler alıyor bu arada. Al sana demokrasi, vatandaşlık bilgisi… Halen o arazinin boyunu hatırlarım 1850 metre eni 750 metreydi. Bakınız işte bir öğrenme, kalıcı öğrenme… Kazdık, diktik, suladık. Al sana beden eğitimi dersi… 3 gün sürdü ve sonunda sınıfa girdik. Resim dersinde dediler ki diktiğiniz ağaçların nasıl olacağını hayal edin ve resmini çizin. Bizden çok büyük ressamlar yetişti. Bu yaptıklarınızı öyküleyin. Yazdık… Dediler ki bu öyküyü dramatize edin, ettik, oynadık. Resim, edebiyat, tiyatro ve üstüne bununla ilgili şiir yazın besteleyin, şarkı söyledik. Al sana müzik… Bununla ilgili slogan yazın, dediler. “Bir ağaç bir hayattır.” “Bir ağaç milyonarca bir canlıdır.” Gördüm çünkü öyle! Afiş hazırladık.

Hocam bunlar Gardner’ın teorisinin uygulamaları, yani Gardner bulmamış oluyor biraz. Çünkü 1995 teorinin ortaya atılması. Sizin verdiğiniz tarih, 1940’lar. Aklıma hep İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu gelir. Onun oyunla öğrenme üzerine düşünceleri birçok yabancı eğitim bilimcinin önündedir. Belki de ilktir.

Evet. Bütün bunlardan sonra sizler ağaçların dikilmesi, her yerin yeşillendirilmesi için bir teori oluşturun. Köy Enstitüsü bu…

Burada takım oyunu, liderlik, demokrasi, birlikte öğrenme, paylaşma vb. değerler de öğretilmiş oluyor.

Gelip Gardner’ı benim üzerime sürmeyin, diyorum o nedenle. Aklıma geldi, tüm bu süreçlerin sonunda öğrenme çıktıları ele alınıp değerlendirme yapılmalıdır. Yani alanı hesaplama, şiirin hangi ölçüyle yazıldığını bilme, bitki biliminin esaslarını öğrenme vb. durumlar çıktıdır.

Eğitimde her şey mümkün mü?

Eğitim bir sihirli değnek değil. Bütün olayları açıklayabilecek tek bir değişken yok. Özellikle bugünkü bilimde böyle bir şey yok. Eğitim tetikleyici bir değişkendir. Yapılan bilimsel araştırmalar diyor ki, ekonomik kalkınmayla bilim arasında %30 ila %70 bir korelasyon var. Teknoloji ilerledikçe bilimin ve eğitimin kalkınmaya ve problemleri çözmeye yönelik korelasyon katsayısı artıyor. Tutarlı bir eğitimle kalkınmaya %70 etki edebilirsiniz demektir. Bunların dışında %30’luk değişkenler olabilir. Yani ülkenin yer altı zenginliği olabilir. Bu da sizi eğitim olmadan da kalkındırabilir.

Arap ülkeleri gibi.

Evet, iç ve dış siyasi değişiklikler olabilir, n eksi 1 kadar değişken olabilir. Bu değişkenin içinde eskiden en önemli değişken ekonomik değişkendir, derler. Ekonomik büyümeyle eğitim arasında büyümeye bakıldığında para tek başına yeterli olmuyor. En önemli girdi aslında  eğitilmiş insan profilidir.

O halde bir işletmede karlılıktan öte insan sermayesi de çok önemlidir, diyebilir miyiz?

Alman ekonomisinde eğitimin korelasyonu %92’ye vurmuş. Gerisini siz düşünün artık. Eğitilmiş insan sermayesinin sonuçlarından birisidir bu. Teknoloji satıyor adam. Artık bilgi satılıyor, ürün değil. Projeyi satıyor… Öyle sanıyorum ki bu korelasyon gelecekte %96’yı bulacak %100’e yaklaşacak.  Men power bu! Biz halen milattan önce şuyduk, Osmanlı’da buyduk, diye konuşup duruyoruz. Tamam onlar atalarım, gurur duyarım. Ben bunu dışarıda gördüm, adam Hitler’i bile sahipleniyor. Sahiplenmek ayrı geçmişte yaşamak ayrı. Öyle olsa Almanlar bu noktaya gelmezlerdi. Bizdeki kendini yenileyemeyen insanla nasıl teknoloji satacaksınız? Mümkün müdür sevgili yavrum?

Hocam, son olarak bize diyecekleriniz nelerdir?

Üç ilkem var: Bilim, sanat ve felsefeyi temele alacaksınız. Bunun üzerine, insan, doğa sevgisini hukukun üstünlüğüne oturtacaksınız. Tek başına bilim derseniz canavar yetiştirirsiniz. Tek başına sanatı alırsanız duyuşsallık sizi yıkar. Tek başına felsefeyi alırsanız hayal dünyasında yaşarsınız. Hukuk da tek başına yetmez. Hukukun üstünlüğü insan ve doğa sevgisine dayanır. Bunlar yoksa Hitler hukuku, Stalin hukuku gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Onlar da bir hukuk sonuçta. İtiraz bile edemezsiniz.

Sayın Hocam, sizi bu denli güçlü kılan özellikleriniz sohbete de yansıdı. Entropiye, biyolojiye merakınız ve eğitim almış olmanız, ki kitaplarınızda bu yönünüz beni çok etkiliyordu, söyleşi öncesi öğrenmiş oldum. Edebiyat ve sanata düşkünlüğünüz, felsefe tahsili yapmış olmanız ve bir öğretmen olarak sonrasında eğitim bilimleri profesörlüğüyle ülkemize, bilime hizmet etmeniz, yeri doldurulamayan kitaplara imza atmanızdan dolayı size minnettarız.

Değerli genç, beni en çok üzen şey ise, Amerika’dan, Japonya’dan benim çalışmalarımı öğrenmek için irtibata geçilmesine rağmen ülkemizdeki sessizliğe anlam vermekte zorlanıyorum.

Bir söz var Hocam, hiç kimse görmek istemeyenden daha kör olamaz. Saygılarımla!


NOT: Bu söyleşi, 2018'de Kurumsal Eğitim Dergisi'nde Yayımlanmıştır. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok