Eğitim Bilimlerinde Hocaların Hocası Prof. Dr. Veysel SÖNMEZ ile Söyleşi (Anısına Saygıyla)
Eğitim bilimlerinin
yaşayan duayeni hocaların hocası, değerli hocam hoş geldiniz.
Hoş bulduk.
Sayın Hocam, kısaca
yaşam öykünüzden bahseder misiniz?
Karadenizliyim, çocukluğum babamın işleri dolayısıyla üç
şehirde geçti: Ağrı, Artvin ve Erzurum’da geçti. Varsıl bir ailenin çocuğuydum,
okuma fırsatı edindim. Babam tüm kararlarda benimle birlikte hareket eder ve
beni desteklerdi. Demokrat bir babam vardı. Başarılı bir öğrencilik sonucunda
Cilavuz Köy Enstitüsüne yazıldım. Oradan mezuniyetle birlikte çeşitli illerde
öğretmenlik yaptım. Ardından İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü
bitirdim, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Yüksek Lisans ve Doktoramı
tamamladım. Benim bu noktaya gelmemde en büyük emeklerden birisi kuşkusuz Prof.
Dr. Selahattin ERTÜRK’tür. Hacettepe Üniversitesinde hocalık ve emeklilik,
halen Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyorum.
Hocam, onlarca
kitabınız var. Her biri diğerinden değerli başyapıt niteliğinde, bu kadar büyük
bir deneyimin ardından bir eğiticinin nitelikleri neler olmalıdır, diye sorsam
bize neler söylersiniz?
Benim ölçütlerim sadece eğiticiler için değil; tüm meslek
dalları için ölçütlerdir. Alanının çağdaş bilgi seviyesine ulaşacak, sadece
bilgiye değil beceri ve uygulamayı da yapabilecek. Örneğin bir matematikçi;
matematiği bilecek sonra da matematiğin öğretimini bilecek, bunu sınıf
ortamında da uygulayabilecek, gösterecek ve karşılaştığı sorunları çözebilecek.
İkinci olarak sürekli kendini yenileyecek. Yaşamda saniyede altı buluş
yapılıyor genç. Ben bir saniye önceki bilgilerimle yaşayamam. Sürekli alanıyla
ilgili kendini yenilemelidir. Üçüncü özelliği, problem çıkartıcı değil, problem
çözücü olacak. Bunun için de, bilimsel, sanatsal, felsefi yöntemleri etkili bir
şekilde yaşama uygulayabilecek. Problem yaratan insan olmaktan çıkmalıyız.
Çok isabetli Hocam.
Dördüncü özelliği çağdaş, bilimsel, sanatsal, felsefi
anlayışı yaşamına geçirecek. Milattan önceki değerleri değil! Tiyatroya
gidecek, sinemaya gidecek, panellere gidecek, dergi okuyacak. Beşinci özellik,
etik değerlerle donanık olacak. Vatanını sevecek.
Sevgi deyince aklıma
“Sevgi Eğitimi” kitabınız geliyor.
Etik değerlerle donanımlı olmayan kişi atom bombasından daha
tehlikelidir. Her şeyi, çıkara, mevkiye bağlamışsa bu insan tehlikelidir. Alanı
bilse ne olacak? Yetişmiş insan etik değerlerle donatılmalıdır. Verdiği sözü
tutmalıdır her şeyin başında. Kurumlar için bu çok önemlidir. Altıncı olarak,
eser ortaya koyabilmelidir. Karşılık beklemeden bilgilerini paylaşabilmelidir. Bir
resim olabilir, bir fabrika olabilir, bir model olabilir… Son olarak da yeni
ürünler ortaya koymak yani sentez yapmaktır. Eğitim seviyemiz yükseliyor ama
etkili değil. Yani öyle olsaydı en dürüst insanlar en iyi eğitim alanlardan
çıkmalıydı. En çok yalan söyleyen, en çok boyun eğen insanlarımız ise maalesef
en fazla eğitim alanlar arasından çıkıyor.
Bir konuyu öğretmek
istediğinizde, örneğin; müşteri ilişkisini çalışanıma öğreteceğim, bunun için
nereden başlamam lazım?
Önce şirketlerin bir AR-GE biriminin olması lazım. Sonra
nasıl hizmet götürüyor, kime götürüyor sorularına karşılık bulmak gerekiyor.
Hizmet götürdüğü ihtiyaç ne? İhtiyacı belirlemeden herhangi bir planlama
yapamazsınız. Benim müşterilerimin neye ihtiyacı var? Onun bilimsel
araştırmalarla belirlenmesi lazım. Biz bu ihtiyacı nasıl gideririz? Bu da
bilimsel bir yolla çözümlenmek zorunda. Bizim ihtiyacımız sözgelimi hijyen
konusunda olsun. Müşteri bu konuda sıkıntılı. İşte bunları belirledik mi nasıl
gidereceğimizi buluruz. Eğitim burada karşımıza çıkıyor. Üretimden tüketime
kadar her basamaktaki problem farklıdır. Her basamak için ayrı bir öğretim
programına ihtiyaç vardır. Probleme göre program düzenlenir. Bütün bunları
çözdüğümüzde bu işi yapacak yetkin kişiyi bulmamız lazım. Bir işi de olabilir,
heyet de olabilir. Problemi çözecek kişide lafa bakılmaz. Çöz arkadaş dersin
çözer, çözemiyorsa laf kalabalığına imkan vermemek gerekir. Siz ona küçük bir
model vereceksiniz. Yapıp, çözüp, gösteriyorsa o kişi doğru kişidir. Bizde
güzel söz söyledin mi bilin ki o kandırmaya dayanır. Bilimle ilgili sözler
acıdır, serttir.
Programı oluşturduk
diyelim, planlama nasıl yapılmalı peki?
Planlamayı eğitim uzmanları yapacak. Bunların dışında
mutlaka o alanı bilen birisi olmak zorundadır. Eğer alanın uzmanı bir de
eğitimciyse işte orası fevkalade başarı sağlar. Hem alanı biliyor hem de
eğitimi biliyor. Çok önemlidir burası. Diğer konu da ölçme-değerlendirmenin
farklı kişilerce yapılmasıdır. Eğitimciden bağımsız birileri olmak zorundadır.
Çünkü hem eğitimi ver hem değerlendir bu kısımda duygusal faktörler yer alır. Eğitim
öğretim ayrı değerlendirme ayrıdır.
Yani buradan şunu
anlıyoruz. Ölçme-değerlendirme uzmanı en az eğitici ya da alan uzmanı kadar
konuya hakim olmalı ki doğru değerlendirme yapabilsin, doğru sorular
sorabilsin.
Anasını kaçıran kadı, davaya bakan kadı, diye bir tabir
vardır Anadolu’da durum aynen böyle oluyor eğer bir ayrım yapılmazsa.
Tarafsızlık şart. Şimdi hangi hedeflere ulaşacağız bunun yanıtını bulmaya
çalışalım. Hedef bir kişinin ulaşmak istediği nokta. Kazanım ise, bu hedefin
sonunda elde ettiğimiz sonuç. Kazanım aslında bir öğrenme çıktısıdır.
Gözlediğim, ölçtüğüm değerlere bakarak ben bir değerlendirme yapabilirim.
Hedefleri dört alana
göre belirledik diyelim.
Bilişsel, duyuşsal, sezişsel, devinişsel alanlardan duyuşsal
alan çok önemli. Hedefler en az uygulama düzeyinde olacak. Yani mutlaka
uygulama yapılacak. Bilgi gereklidir ama önemli değildir. Bilginin ne’liğini
öğrenirsin. Bu çok önemli değildir. Asıl önemli olanı sizin o bilgiyi yaşamda
gösterebilmenizdir. Bilgiye 1 saat ayıracaksan uygulamaya 8 saat ayıracaksın.
Diyelim ki müşteriyle sağlıklı iletişim kurma, bunun bilgi düzeyi maksimum 1
saat, kavrama düzeyi 1 saat, uygulama ise sınırsız.
Öğretme yöntemleri
içerisinde uygulamayı esas alan teknikeri daha ön plana çıkardığınızı
görüyorum. Simulasyon gibi örneğin.
Tabii, her kazanımı kazandırmada yöntemler, teknikler,
taktikler vardır. Bilgi için, kavrama için farklı, uygulama içinse mutlaka
yapıp gösterdikten sonra öğrencinin yapıp göstermesi şarttır.
DEMO yöntemi yani.
Evet Demo olacak ama öğreneni azarlamadan iyi iletişim
kurarak bu süreç gerçekleştirilmeli, öğrenenin yapıp göstermesi sırasında sabır
gösterilmelidir. Diğer basamak ise, hedef veya kazanımları yazacak, ardından
içeriği düzenleyecek. Bitmedi bir de eğitim durumlarının düzenlenmesi gerekir.
Burada mutlaka çok değişik, öğrenenin etkin katılımını sağlayan ortamlar
oluşturmalıyız. Sıkılmayacak, hoşlanacak… eğitici bir orkestra şefi gibi kimden
ne ses çıkacağını bilecek ve yönlendirecek.
Aklıma Gardner’in
Çoklu Zeka Kuramı geldi. Bahsettikleriniz biraz onu çağrıştırdı.
Bunu ilk defa çözen Köy Enstitüleridir. Benim “Dizgeli
Eğitim” kitabım da buna uygundur. İnsanın tek zeka yapısı yok. 8 tür zeka var,
siz bunlara göre eğitim ortamı hazırlamalısınız. Gardener’da bunun uygulaması
yok.
Evet yok.
Benim kitabımda var. Benim savunduğum sistemde yeri gelir düz
anlatım, yeri geliş sunuş, yeri gelir güdümlü öğrenme olur, yeri gelir örnek
olay olur, yeri gelir çoklu zekanın özellikleri olur, yeri gelir deney olur.
Planlamacı uygun yöntemi bulabilmelidir. Benim Köy Enstitülerinde matematiği
öğreniş şeklimi anlatayım sana genç. Öğretmen geldi bugün ağaç dikeceğiz, dedi
ve araziye götürdü. Nasıl dikeceksiniz, dedi. Belli aralıklarla dikeceğiz,
dedik. Nasıl karar vereceksiniz, dedi. Orada alanı hesaplamayı öğrendik. Orada
metreyle ağaç aralıklarını ölçmeyi öğrendik. Gerçek bir alan problemi çözmüş
olduk. Hangi ağacı dikeceğiz, dedik. Araştırmaya başladık kütüphanede yetmedi,
ağaç işleri öğretmenine gittik. Hangi ağacın ne kadar yetişeceği, toprağı, suyu
hepsini öğrendik. Al sana biyoloji, coğrafya… arazinin ağaçlandırılması
kararının da öğrenciler alıyor bu arada. Al sana demokrasi, vatandaşlık
bilgisi… Halen o arazinin boyunu hatırlarım 1850 metre eni 750 metreydi.
Bakınız işte bir öğrenme, kalıcı öğrenme… Kazdık, diktik, suladık. Al sana
beden eğitimi dersi… 3 gün sürdü ve sonunda sınıfa girdik. Resim dersinde
dediler ki diktiğiniz ağaçların nasıl olacağını hayal edin ve resmini çizin.
Bizden çok büyük ressamlar yetişti. Bu yaptıklarınızı öyküleyin. Yazdık…
Dediler ki bu öyküyü dramatize edin, ettik, oynadık. Resim, edebiyat, tiyatro
ve üstüne bununla ilgili şiir yazın besteleyin, şarkı söyledik. Al sana müzik…
Bununla ilgili slogan yazın, dediler. “Bir ağaç bir hayattır.” “Bir ağaç
milyonarca bir canlıdır.” Gördüm çünkü öyle! Afiş hazırladık.
Hocam bunlar
Gardner’ın teorisinin uygulamaları, yani Gardner bulmamış oluyor biraz. Çünkü
1995 teorinin ortaya atılması. Sizin verdiğiniz tarih, 1940’lar. Aklıma hep
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu gelir. Onun oyunla öğrenme üzerine düşünceleri birçok
yabancı eğitim bilimcinin önündedir. Belki de ilktir.
Evet. Bütün bunlardan sonra sizler ağaçların dikilmesi, her
yerin yeşillendirilmesi için bir teori oluşturun. Köy Enstitüsü bu…
Burada takım oyunu,
liderlik, demokrasi, birlikte öğrenme, paylaşma vb. değerler de öğretilmiş
oluyor.
Gelip Gardner’ı benim üzerime sürmeyin, diyorum o nedenle. Aklıma
geldi, tüm bu süreçlerin sonunda öğrenme çıktıları ele alınıp değerlendirme
yapılmalıdır. Yani alanı hesaplama, şiirin hangi ölçüyle yazıldığını bilme,
bitki biliminin esaslarını öğrenme vb. durumlar çıktıdır.
Eğitimde her şey
mümkün mü?
Eğitim bir sihirli değnek değil. Bütün olayları
açıklayabilecek tek bir değişken yok. Özellikle bugünkü bilimde böyle bir şey
yok. Eğitim tetikleyici bir değişkendir. Yapılan bilimsel araştırmalar diyor
ki, ekonomik kalkınmayla bilim arasında %30 ila %70 bir korelasyon var.
Teknoloji ilerledikçe bilimin ve eğitimin kalkınmaya ve problemleri çözmeye
yönelik korelasyon katsayısı artıyor. Tutarlı bir eğitimle kalkınmaya %70 etki
edebilirsiniz demektir. Bunların dışında %30’luk değişkenler olabilir. Yani
ülkenin yer altı zenginliği olabilir. Bu da sizi eğitim olmadan da
kalkındırabilir.
Arap ülkeleri gibi.
Evet, iç ve dış siyasi değişiklikler olabilir, n eksi 1
kadar değişken olabilir. Bu değişkenin içinde eskiden en önemli değişken
ekonomik değişkendir, derler. Ekonomik büyümeyle eğitim arasında büyümeye
bakıldığında para tek başına yeterli olmuyor. En önemli girdi aslında eğitilmiş insan profilidir.
O halde bir işletmede
karlılıktan öte insan sermayesi de çok önemlidir, diyebilir miyiz?
Alman ekonomisinde eğitimin korelasyonu %92’ye vurmuş.
Gerisini siz düşünün artık. Eğitilmiş insan sermayesinin sonuçlarından
birisidir bu. Teknoloji satıyor adam. Artık bilgi satılıyor, ürün değil.
Projeyi satıyor… Öyle sanıyorum ki bu korelasyon gelecekte %96’yı bulacak %100’e
yaklaşacak. Men power bu! Biz halen
milattan önce şuyduk, Osmanlı’da buyduk, diye konuşup duruyoruz. Tamam onlar
atalarım, gurur duyarım. Ben bunu dışarıda gördüm, adam Hitler’i bile
sahipleniyor. Sahiplenmek ayrı geçmişte yaşamak ayrı. Öyle olsa Almanlar bu
noktaya gelmezlerdi. Bizdeki kendini yenileyemeyen insanla nasıl teknoloji
satacaksınız? Mümkün müdür sevgili yavrum?
Hocam, son olarak
bize diyecekleriniz nelerdir?
Üç ilkem var: Bilim, sanat ve felsefeyi temele alacaksınız.
Bunun üzerine, insan, doğa sevgisini hukukun üstünlüğüne oturtacaksınız. Tek
başına bilim derseniz canavar yetiştirirsiniz. Tek başına sanatı alırsanız
duyuşsallık sizi yıkar. Tek başına felsefeyi alırsanız hayal dünyasında
yaşarsınız. Hukuk da tek başına yetmez. Hukukun üstünlüğü insan ve doğa
sevgisine dayanır. Bunlar yoksa Hitler hukuku, Stalin hukuku gibi örnekleri
çoğaltabiliriz. Onlar da bir hukuk sonuçta.
İtiraz bile edemezsiniz.
Sayın Hocam, sizi bu
denli güçlü kılan özellikleriniz sohbete de yansıdı. Entropiye, biyolojiye
merakınız ve eğitim almış olmanız, ki kitaplarınızda bu yönünüz beni çok
etkiliyordu, söyleşi öncesi öğrenmiş oldum. Edebiyat ve sanata düşkünlüğünüz,
felsefe tahsili yapmış olmanız ve bir öğretmen olarak sonrasında eğitim
bilimleri profesörlüğüyle ülkemize, bilime hizmet etmeniz, yeri doldurulamayan
kitaplara imza atmanızdan dolayı size minnettarız.
Değerli genç, beni en çok üzen şey ise, Amerika’dan,
Japonya’dan benim çalışmalarımı öğrenmek için irtibata geçilmesine rağmen ülkemizdeki sessizliğe anlam vermekte
zorlanıyorum.
Bir söz var Hocam,
hiç kimse görmek istemeyenden daha kör olamaz. Saygılarımla!
NOT: Bu söyleşi, 2018'de Kurumsal Eğitim Dergisi'nde Yayımlanmıştır.
Yorum Yap