Blogger tarafından desteklenmektedir.

Balkanlar Sekiz Ülke İzlenimler ve İpuçları (Gezi Yazısı)

 



Kapıkule Sınır Kapısı’nın yoğunluğunu hesaba katarak, sabahın ışıkları henüz doğmadan Edirne’deki konakladığımız otelden yola koyulduk. Tüm sınır kapılarında gündüz ve akşam saatleri yaz aylarında keşmekeş olduğunu belirtmek gerekir. Üzerine bir de yaz güneşi eklenince saatlerce sınır kapısında sıra beklemek pek akıl karı olmuyor. Avrupa’dan gelen gurbetçilerimiz malumunuz Temmuzun ilk haftasında okulların tatil olmasıyla yola çıkar, ortalama bir ay tatil yapacaklarını düşündüğünüzde Ağustos ayı içinde dönüş yolculuğuna başlarlar. Haliyle, çıkış tarihi olarak Temmuzun 20’sinden itibaren Ağustosun sonuna kadar gümrüklerde ciddi bir yoğunluk olacaktır. Seyahat planlaması yaparken bu tarihlere dikkat etmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Dönüş tarihi olarak da Temmuz ayı içinde sürekli gurbetçi akını olageldiğinden- bu Ağustosun 15’ine kadar sürüyor- Ağustosun ikinci haftasından sonraki tarihleri seçmeniz sadece Türk gümrüğü için değil, yol üzerindeki tüm gümrükler içinde geçerli bir seçim olacaktır.

Sabah 09.00 sularında Bulgaristan’a giriş yaptık. Bulgar gümrüğünü geçtikten sonra “VİNYET” (otoyol geçiş kartı) almayı unutmayınız. Haftalık, on beş günlük ve aylık üzere geçiş ücreti alınıyor ve bu kameralarla takip ediliyor. Bulgaristan Avrupa Birliği’ne üye. Dinlenme tesislerindeki bayağılık, çöp dağları, turistleri fırsat olarak görüp her şeyden ücret alınması- Türk gümrüğünde tuvaletler ücretsizken- otoyolların durumu ve sair unsurlar açısından Türkiye’nin çok gerisinde bir ülke olduğunu hararetle söylemek isterim. Tüm Balkan ülkeleri gibi yeşille iç içe olmuş şehirleri, doğasının yanında geri kalmışlığı (ülkemize göre) Avrupa Birliği’nin hangi saikle üye kabul ettiğini anlamamızı sağlıyor. Ayrıca, bir dahaki gezi planlarımızda Bulgaristan’ı çıkarttığımızı da belirtmek isterim. Evet, son derece güzel tarihi eserleri bulunuyor ama kendinizi tedirgin hissettiğiniz bir ülke. Gezi esnasında 15 dakikalığına şehir merkezindeki bir meydanı görmek istediğimizde hemen aracın tekerleğini kilitlediklerini ve açtırmak için, türlü telefon görüşmesi yanında bir saat bekleyip ve kavlice bir ücret ödedikten sonra Bulgaristan’ın hepten izahtan vareste olması kötü bir deneyim oldu. Bulgaristan’da şehir WEB sayfalarına girerek “konaklama, park, şehir kartı vb.” bilgilendirmeleri okumanız faydanıza olacaktır.

Günün ilk ışıklarıyla birlikte Sırbistan’ın ikinci büyük kenti Niş’e yol aldık. Sırbistan, Bulgaristan’a göre daha gelişmiş. Yolları, teknolojik imkanları ve insanının iletişim kabiliyeti açısından Bulgaristan'la kıyaslanamaz. Niş kenti modern yapılaşması, yeşil doğası ve tarihiyle mutlaka gezilmesi gereken yerlerden. Bunların içinde eski şehir meydanı, Nazi Toplama Kampı ilk akla gelen yerler. Osmanlı tarihinin izlerini sürmek istediğinizde de ecdat yadigarı eserlerle karşılaşıyorsunuz. Kahvaltı için bir türlü mekan bulamayıp da meşhur börekçilerine denk geldiğimizde fazlaca yağlı bir börek çeşidiyle karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Çay kültürünün olmaması (tüm Avrupa’da) bizler için en büyük sorunu oluşturuyor ama her zaman termosunuzda bir sıcak su ve sallama tabir edilen poşet çayınız olsun. Söz gelmişken söylemek lazım hayat kurtarıcıdır.

Bir gün sonra, rotamızı Kuzey Makedonya üzerinden Kosova’nın başkenti Priştine’ye çevirdik. Kuzey Makedonya ile ilgili okuduklarımız tedirginlik yarattığı için konaklamayı pek uygun bulmadık ve gasp olaylarının çok olması nedeniyle Üsküp’e girmeden Priştine’ye ulaştık. Kuzey Makedonya adeta bir kasaba havasında Müslüman bir ülke. Gümrüğü bile yok denilebilir. Öylesine geçip gidiliyor. Sırbistan ise, otoyolları ve dinlenme tesisleriyle son derece keyifli ve yol üzerinde sayısız manzaralara eşlik eden doğa, elindeki fırçasıyla cömert davranmış. Sırası gelmişken iki unsurdan bahsetmek gerekiyor: Sırplar ve Bulgarlar avro verdiğinizde üstünü kendi paralarıyla ödüyor ve kur farkını en ucuzdan satın alıyor. Bu iki ülke için özellikle kart kullanmanız, kart kullanmıyorsanız eser miktarda ülke paralarını bulundurmanız gerekiyor. Diğer unsur ise, Niş’te gördüğümüz askeri hareketlilik. Bir nevi teyakkuzda bir askeri hareketlenme hali var. Şehir içindeki kışladan geçerken bunu fark ediyorsunuz. Kosova (Müslüman Arnavut) Kuzey Makedonya (Müslüman Makedon) ile sınır meselesi sıkıntı yaratıyor. Yunanistan da aynı gerekçeyle Makedonya’dan toprak talebinde. Kanımız odur ki burada Müslüman- Ortodoks Hristiyan çatışması işin esasını teşkil ediyor. Sırpların eski Yugoslavya’nın kurucu unsuru olduklarına inanmaları çevreleriyle yaşadıkları anlaşmazlıkların temelini oluşturuyor. Bosna- Hersek gezimize gelince etraflıca değineceğiz.

Kosova’ya girdiğinizde sizi Türk Bayrağı karşılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından inşaatı üstlenen bir cami görüyorsunuz. Şehrin içine girince Türk dostu olduklarını hemen anlıyorsunuz. Priştine tarihiyle önemli bir Balkan şehri. Büyük İskender’in (Makedon) doğduğu yer. Ünlü Rahibe Teresa’nın da memleketi. Teresa’ya rahibe demiyor, nene diyorlar. Biraz araştırınca Avrupalıların siyasi olarak Teresa’ya rahibe sıfatı verdiğini öğreniyorsunuz. Modernin ve tarihin iç içe geçtiği Priştine, yaşanılır bir şehir ve görülmesi de gerekir. Bir gün konakladığımız Priştine’den rotamızı Arnavutluk’a kırdık. Kırmasaydık iyi de edermişiz ama yol üzerinde bizi karşılayan manzara adına fazla olumsuz bir şey diyemiyoruz. Arnavutluk güzel bir ülke ama aynısını yolları için diyemeyiz. Gidiş-geliş yol adeta ömrünüzü almaya muktedir. Yüksek sezon dedikleri yaz aylarındaki turist yoğunluğu nedeniyle en az 200 km’lik bir alanı ikişer metre arayla gidiş-geliş yol üzerinden takip ettiğinizi düşünün. Avrupa’dan binlerce araç Arnavutluk’a gelmiş. Denizi ve turizmi ile öne çıksa da yoldan kaybediyor. İşkodra Gölü dünyaca ünlü. Etrafında yüzlerce tesis bulunuyor ve binlerce araç etrafında gölü ulaşmaya çalışıyor. Gölü gördük görmesine de o kalabalıkta zamandan tasarruf etmek adına dümeni Karadağ Kotor’a kırdık. Arnavutlar da Türk dostu Müslüman bir ülke. Damak tadımıza uygun yiyecek çeşitliliği olumlu tarafı. Arnavutluk’a yüksek sezonda arabanızla gelmezseniz azami düzeyde geziden keyif alabilirsiniz.

Tatilimizi planlarken asıl kalmak istediğimiz (8 gün) Kotor’a vardık. Sözü gelmişken tüm gezi boyunca kalacağımız evleri airbnb’den kiraladığımızı belirtmek isterim. Kotor bir dünya harikası. Nedenine gelince, önce havasından başlayalım. Deniz kasabası olmasına rağmen fiyortlardan ulaşılıyor. Bu da Kotor’u sahil kasabası yaparken bir taraftan da dağların arasında denizden uzak bir noktaya taşıyor. Nem adeta yok. Kotor etrafı dağlarla çevrilmiş ve gün içinde yüksek dağlar güneşin kasabanın üzerinde gezinmesine imkan tanımıyor. Böylece kasaba daima serin. Aynı durum gece için de geçerli. Ayın denize küstüğü şehir de denilebilir. Kotor, her milletten insanın olduğu bir dünya şehri. Old Town (eski şehir) mutlaka gezilmesi gereken tarihi bir bölge. Yeşil doğası, dalgasız ve serin denizi, iklimi, tarihi ve çok uluslu kimliği ile görülmesi gereken yerlerden birisi olmuş. Her çeşit plakalı araç ve peş peşe demirleyen cruise gemileriyle bir marka olmuş Kotor. Olumsuz olarak ifade edebileceğim ise özelde Karadağ’ın genelde ise, Balkanların sorunu olan aksilik ve inatçılık. Kotor’da birlikte tatil yaptığımız aile dostlarımız da aynı intibayı edindi. Bir Türk dükkan sahibiyle yaptığımız görüşmede, buranın insanı aksi ve inatçıdır, deyiverdi. Sonrasında Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan’da da benzer izlenimlerimiz oldu. İlber Ortaylı buna “Rumeli inadı”diyor. Biz de müşahede etmiş olduk ve biraz da eğlenceli geldi açıkçası. Karadağ’da ikinci problem ise, trafik. Yoğun turist akışını çözümlemek için tedbir almaları şart. Bizi gülümseten başka bir olay ise, üst komşumuz İngilizlerin bir saat kadar süren tadilat nedeniyle gürültü yapmalarını affettirmek için getirdikleri şarap oldu. Kotor’dan Hırvatistan Dubrovnik yoluna çıktığınızda iki güzergah karşınıza geliyor: Ya arabalı vapurla karşıya geçmek ya da fiyortun çevresini dolanmak. Arabalı vapur en ideali.

Hırvatistan Balkan ülkeleri içinde tam Avrupalı bir ülke. Hırvatlar ile Sırplar arasında tarihi bir gerginlik devam ediyor. Birisi Katolik, diğeri Ortodoks. Zannederim asıl neden mezhep çatışması. Özde Slav ırkı her iki devlet de. Balkanlarda yaşanabilir; yeşil doğası, yolları, tarihi ve medeniyetiyle en güzel ülke. Dubrovnik ise, dünya mirası içine alınmış. Orada iki gün konakladık. Hem denize girdik hem de modern şehrinin havasını teneffüs ettik. Dubrovnik Old Town muazzam tarihiyle bizi karşıladı. 1300’den beri aktif bir şehir. Osmanlı tarafından da yönetilmiş, aynı diğer Balkan şehirleri gibi. En büyük sorun orada da trafik. Şehrin bir park sistemi ve kartı var. Onu edinmeniz lazım. Başka türlü park yerlerine giremezsiniz. Adeta her yere araç çekilmiş ve en kesif çözüm, aracınızı bulunduğunuz yerden kaldırmadan taksiyle gezmeniz. Old Town’ın içinde envay çeşit restoran, kilise, Rektörlük binası, Marina gibi yerler sizi karşılıyor. Bu kale içi şehirde bir ay yaşasanız sıkılmazsınız. Publar, müzik eğlence mekanları, sanat eserleri sizi adeta omuzlarınızda takip ediyor. Dubrovnik için çok şey denilebilir, az olsun ki merakınızı cezbetsin.

Dubrovnik’ten kıvrıla kıvrıla Bosna-Hersek sınır kapısına doğru yol alıyorsunuz. Dağlarla denizin kucaklaştığı, fotoğraf çekelim derken papatyaların size eşlik ettiği harikulade bir Adriyatik manzarası. Tertemiz hava, masmavi gökyüzü ikisi bir arada. Bosna gümrüğüne girince şöyle bir merhaba demek geldi içimden. Görevli de merhaba dedi ama pek de heveskar değildi Eşim de adam hiç memnun kalmadı, dedi. Sonradan anladık ama hem de nasıl. Bosna’ya girdik ama eşime, biz yanlış bir ülkeye mi geldik? dedim. Çünkü yol üzerlerinde siyah mermerden yapılmış haç işaretli üzerleri çiçeklerle kaplanmış yüzlerce mezarla karşılaşıyorsunuz. Adeta yolda tam önünüzde… Muhtemelen savaş esnasında orada ölmüş bir Sırp askeri mezarı. Dedik ki, biz neredeyiz? Bosna deyince herkesin Müslüman olduğu bir ülke akla gelir. Oysaki, 6 ayda bir devlet başkanının değiştiği bir konfederasyon yapısında üç milletten oluşan bir devlet. %51 Bosnalı, %35 Sırp ve %14 Hırvat bir arada yaşıyor. Birleşmiş Milletler’in katakullesiyle Bosna Devleti olması gerekirken üçlü bir konfederasyon oluşmuş. Böylece gümrük polisinin Bosnalı Müslüman olmadığını anlamış olduk. Diğer taraftan ise, bu topraklarda barışın inkişaf etmesi pek olası görülmüyor bunu da bir his olarak ifade edebilirim. Maalesef o topraklar her an patlamaya hazır görüntü arz ediyor. Bosna-Hersek tanrının torpil geçtiği yeşilin bin bir tonuna ev sahipliği yapan yol boyunca göletleri, nehirleri le dünya harikası bir ülke. Osmanlı izlerini geçtiğiniz köprülerden camilerden buram buram hissedebiliyorsunuz. Buna rağmen ah o trafik, gidiş- geliş tek yönlü trafiği!... Dağ ve nehir turizminin adeta cenneti olmuş ülke her plakadan araca ev sahipliği yapıyor. Mostar, muazzam bir şehir. Köprüsü ve etrafındaki tesisleri, nehir kenarı plajı, tarihi size küçük İstanbul’u hatırlatıyor. Eski Çarşı’sı, eski evleri  kendinizi yabancı hissetmediğiniz mahalleniz gibi. Mostar’da devlete ait park yerine arabamızı park ettik. Dönüşte kumbaraya paraya atacakken birisi belirdi ve on misli ücret istedi. Ne anlatsanız boşuna, bir nevi değnekçi ama dolandırıcı. Az bir ücret ödeyerek  oradan uzaklaştık. Bu tarz kişiler her an yanınızda belirebilir. Dikkatli olmakta yarar var. Diğer bir olumsuzluk ise, restoranlardaki garsonların ilgisizliği, suratsızlığı. Adeta niye geldin tarzında davrandıklarını söylemek mümkün. Mostar Köprüsü dünya mirası içinde. Savaşta Hırvatlar köprüyü bombalamış ve köprü aslı muhafaza edilerek Türkiye ve Birleşmiş Milletler tarafından inşa edilmiş. Şehir içinde halen evlerde mermi izleri bulunuyor. Mostar’ı görmek için bir gece konaklamak kafidir. Yeri gelmişken Serebrenica’da yapılan yüzyılın en büyük katliamını hatırlatmak gerekiyor. 12 yaş üstünde 7 bin erkek, Hollandalı Birleşmiş Milletler Komutanı’nın gözü önünde Sırplar tarafından kurşuna dizilmişlerdi. Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden(!) birisi olan sömürgeci Hollanda’yı daha iyi anlamak için bu hatırlatmayı yapmayı uygun buldum.  

Mostar’dan sonra rotamızı Saray Bosna’ya (başkent) çevirdik. Saray Bosna, modern bir şehir. İlginç olan; Sırp, Hırvat ve Boşnakların Slav ırkından olması buna rağmen din ve mezhep ayrılıklarıyla farklılaşmış olmaları. Saray Bosna’yı yapılaşma açısından biraz Ankara’ya benzettim. Büyük ve modern binaları ile yeşilin içine gömülü bir şehir ama Ankara betona gömülü olmasıyla ayrılıyor. Damak tadınıza uygun her çeşit mutfağı bulmanız olası. Başçarşı dedikleri eski şehir ise, Osmanlı’nın tarihe attığı imzaya dönüşmüş. Kültürümüze ait tüm unsurlar: Tatlı, börek, kahve, çay vd. hepsini bir arada bulabilirsiniz. Başçarşı’nın en dayanılmaz olanı ise, Arap ülkelerinin istilasına uğramış olması. Peçeli, burkalı siyah çarşaflı kadınlar; tişört ve şortlu uzun sakallı erkeklerle büyük bir çelişkiyi içinde barındırıyor. Meydanın tam merkezinde Türk Bayrağı üzerine işlenmiş bir totem sizi karşılıyor. Farklı duygular yaşatıyor. Saray Bosna gezi planınızda olması gereken ama, yüksek sezon yerine bahar aylarında ziyaret edilebilecek bir şehir. Arabayla pek tavsiye etmiyorum. Uçakla gelinecekse her sezon gelinebilir.

Rotamız artık dönüş yolu ve Bulgaristan Sofya. Başlangıçta Bulgaristan’la ilgili düşüncelerimizi belirtmiştik. Yolcu olarak Filibe (Plovdiv)’yi de görmek istiyorduk ama belki başka bir seyahatte, sadece günübirlik gezerek, konaklamadan bu tarihi şehri ziyaret edebiliriz. Onun dışında Bulgaristan için en iyi yapacağınız şey, otoyoldan ayrılmadan ülke sınırlarını terk etmek olabilir.

Hayat pahalılığı açısından sıralama yapılacaksa: Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Kuzey Makedonya, Kosova, Karadağ, Arnavutluk, Bosna- Hersek diyebilirim. Hırvatistan daha önce de belirttiğim gibi tam bir Avrupa ülkesi olmuş. Bir başka gezide ise;  Hırvatistan Zagreb, Split ve Zadar; Sırbistan, Belgrad; Macaristan, Budapeşte; Romanya, Bükreş, Transilvanya; Slovenya, Lübliyana şehirlerini programa aldık. Bu ülke ve şehirlerin de gezilmesi Balkan tutu için tamamlayıcı olacaktır. Yunanistan’ı geçen yazımızda ele almıştık.

Gezip gördüklerimizden yola çıktığımızda, Türkiye’nin birçok bakımdan daha modern, daha sanayisi gelişmiş bir ülke olduğunu söylemek abartı olmaz. Sadece gümrük kapılarındaki tak’lar ve otoyollar bu intiba için yeterlidir. Diğer taraftan Türkiye’de çok hızlı yaşadığımızı söyleyebilirim. Balkanlarda ve orayı ziyaret eden yabancılarda ortak bir özellik keşfettim, çok kayıtsız (relax) davranıyorlar. Yaşam yavaş akıyor. Bizim için çok zor olsa da bu akış, onlar için adeta bir tevekküle dönüşmüş. Hangisi daha iyi, düşünüyor insan. Belki bu sorunun yanıtı uzun zaman kafamı kurcalayacak.

Seyahat boyunca en fazla rahatsızlık duyduğumuz anlar ise, sınır geçişlerindeki kaynak yapan sürücülerdi. Türkiye dışında (Türk sınırlarında sıranın düzenli ve organize olması, polis olması vb.) hiçbir sınır kapısında polis yok ve uyanıklar için arabaların önüne geçmek bir fırsata dönüşmüş ve maalesef ki 8 ülke gezdik. Sınır kapılarında en çok kaynak yapan araç plakaları: Almanya, İsviçre ve Bulgarlara aitti. Almanya ve İsviçre plakalar için yorumu size bırakıyor, anladığınızı düşünüyorum. Otoyollarda hız limitlerine her ülke kendine göre dikkat ediyor. Bu limitleri tanımayanlar ise sadece Almanya ve Hollanda plakalı araçlar. Bu kadar hız yaparak ölüme davetiye çıkartan şoförlerin aklına şaşmamak elde değil. Yolculuk boyunca sadece üç yerde Türk plakalı araç gördük. Bir tanesi de geçerken “Bozkurt İşareti” yaparak bizi yolcu etti.

Seyahatimizle ilgili, niçin arabayla yola çıktınız, sorusunu soranlar çıkabilir. Amaç, ülkelerin kılcal damarlarına inebilmek ve sosyolojik, tarihi gözlemler yapabilmekti ve bunda başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü yolda sayısız sürprizler sizi bekliyor. Bu yazının bakiyesi olarak ikinci bölümünde de tarihi, genetik, sosyolojik birtakım unsurlara yer vermeyi düşünüyorum. 

Son söz olarak, Hırvat Devlet Başkanı dört dil bilen bir hukuk profesörüymüş. Bayındır bir ülkenin devlet başkanı malum ama adamcağıza da üzülmedim, diyemem. Devlet başkanı olmak için o kadar da okumaya ne lüzum vardı azizim. İnanıyorum ki sadece Almanya değil, alayı bizi kıskanıyor.

 

 

 

NOT:

Arabayla yola çıkacaklar için: Yeşil Sigorta (Yurt dışındaki “Trafik Sigortası”50 avro civarında), Kasko (Yurt dışı teminatlı), Sağlık Sigortası, aracın ruhsatı kime aitse onun da araçta bulunması, yanınızda yeni (çipli) ehliyetlerinizin olmasını hatırlatalım.

 

 


Hiç yorum yok