Blogger tarafından desteklenmektedir.

Herkes Üniversite Mezunu Olmalı mı



TSK’de seminer verdiğim bir tarihte, eğitimden sorumlu bir albay o gün başından geçen bir anısını anlatmıştı. Kışlasına eğitim için gelen kursiyer subayları ziyaret eden general -sevdiğim, saydığım bir paşaydı- “Aranızda yüksek lisans yapan kaç kişi var?” diye sorunca subayların tamamı – bir subay hariç- el kaldırmış. General, elini kaldırmayan subaya dönüp, “Aferin evladım. Asker, askerlik yapar.” deyivermiş.

Yüksek öğrenim, alanında uzman yetiştiren bir kurumda, yani üniversitede vücut bulur. Bu kurumlarda: Ön-lisans (yüksekokul), lisans ve lisansüstü olmak üzere eğitim kademeleri mevcuttur. Sistem olarak ise, ülkemiz dünyadaki diğer üniversitelerle aynı işleyiş biçimini uygulamaktadır. Almanya’da -nüfuslar birbirine yakın olduğu için örnek seçilmiştir-  380; Türkiye’de ise, 209 üniversite bulunmaktadır.  Demek ki nüfusa göre üniversite sayımız halen yeterli değil. Bu işin istatistiksel boyutu. Bir de nitelik boyutu var ki asıl onu anlatmaya çalışacağım.

Her köşede bir üniversite açılan günümüz dünyasında – bunlara merdiven altı üniversiteler de denir- üniversitelerin birer ticarethaneye dönüştüğü, bol keseden diploma-sertifika dağıttığı, yüz yüze eğitim-öğretimde akademik yeterliliğin bulunmadığı, uzaktan eğitimde ise, öğretim kalitesinin yerlerde süründüğü, birçok üniversitede yetişmiş akademisyene sahip olunmadığı, bu akademisyenlerin “sen, ben, bizim oğlan” misali seçildiği, bilimsel yayın indeksinde neredeyse hiç yer bulmayan binlerce üniversitenin var olduğunu söylesek yanlış olmaz. Binlerce derken, sadece Hindistan’da 8407 üniversite bulunmaktadır. ABD 5758, Filipinler 2060, Arjantin 1705 gerisini siz düşünün. Prof. Dr. İlber Ortaylı, üniversitelerin sadece eğitim-öğretim kurumları olmadığını aynı zamanda birer kültür kurumları da olduğunun altını çizer. Kütüphanesi, kültür merkezleri, bulunduğu şehirdeki müzeler, tiyatrolar, sinemalar vd. olmadığı takdirde üniversitenin işlevini layıkıyla yerine getirmeyeceğini belirtir. Kuşkusuz çok doğru bir tespittir bu. Hatta, akademisyenin evinde piyano yoksa ondan yeterince iyi bir bilim insanı çıkmayacağı tezini de ileri sürer. Hatırlayınız, Einstein iyi bir kemancıydı. Piyanoyu, kemanı bir kenara bırakıp değerlendirmelerimize devam edelim. Akademik personel (akademisyen) yetiştirme yükseköğretimin nihai basamağıdır. En az bir dil bilen, yayın yapan, öğrenciler arasından iyi seçilmiş, araştırma bilinci ve azminde olan adayları akademisyen olarak bünyeye katmak ve onlara emek harcamak gerekir. Ne yazık ki, akademisyen maaşları ve araştırmalara ayrılan bütçelerdeki zafiyet, adayların özel sektörü ya da yurt-dışını seçmelerine neden oluyor. Nitelikli adaylar yerini ehven-i şer’e bırakıyor. Bu problem aşılmadıkça isterseniz binlerce üniversite açınız bir fayda sağlayamazsınız.

Öğrencinin yetiştirilmesi ise, ayrı bir sorun olarak göze çarpıyor. Öğrenci sayısındaki fazlalık, akademik başarının önündeki en büyük engeldir. ÖSYM az sayıda ve nitelikli öğrenci seçmeli ve bunları fakültelere göndermelidir. Devlet politikası olarak da beşer yıllık planlamalar yapılarak gelecekte olası mezun ihtiyaçları hesaplanmalı ve öğrenci yerleştirme yapılmalıdır. Oysaki, ihtiyaç olmadığı halde on binlerce öğrencinin kaydolduğu bölümler mevcut. Bu öğrencilere yapılan yatırım (ekonomik maliyet, zaman maliyeti vb.) öylesine yanlış oluyor ki, öğrenci sadece alanının uzmanı olması nedeniyle başka işlere burun kıvırıyor (haklı olarak), iş bulamıyor ve kaş yaparken göz çıkartmış oluyoruz. Geleceği emanet edeceğimiz nesiller işsizlikten bunalımda, depresyonda. Bunu yapmaya kimin hakkı olabilir ki? Doğrusu ise, doğru bir planlamadan geçer. Herkes üniversite mezunu olmak zorunda değildir. Yıllar yıllar önce bir yüksekokulda derse giriyordum. Tahtada dilbilgisiyle ilgili sorunun yanıtı mevcuttu. Bugün gibi hatırlıyorum, sınıfta 55 öğrenci vardı. Tahtada yanıtı olan soruyu tekrar sordum ve kimse doğru yanıtlayamadı. Birisi tahtaya baksa doğru yanıtı bulacaktı ya da biraz daha zekasını kullansa beş dakika önce aynı soruyu başka bir biçimde sorduğumu hatırlayacaktı.

Bizim zamanımızda yüksekokulların boşluğu ticaret lisesi ve teknik lise ile doldurulurdu. Buradan mezun olanlar alanlarında çalışırlardı. Şimdi ise, bu okulların yerini yüksekokullar ve üniversiteler aldı. Üniversite öncesi teknik eleman ihtiyaçları bu okullardan karşılanmalı, yüksekokullarda ise, bu okullarda başarı gösteren ara teknik eleman (tekniker) ihtiyacı karşılanmalıdır. Herkesin tekniker olması bir şey ifade etmez. Herkesin mühendis olması da… Mühendislik, hesaplamayı bilen, matematik, fizik, kimya vb. mesleki donanıma haiz kişiler ister. O nedenle her kademenin ihtiyacı, kişinin yeterlilikleri göz önüne getirilerek sağlanmalıdır. Tabiidir ki, istisnalar olacaktır ama onlar kaideyi bozmazlar. Eğitim sistemi ihtiyaçları doğru kişilerle doğru eğitim planlamasıyla ve doğru eğitim-öğretim merkezleriyle gidermek zorundadır. Aynı planlama, ticaret liseleri, sağlık liseleri, adalet meslek liseleri vb. için de geçerlidir. Yeri gelmişken devletin her üniversite mezununa iş bulma yükümlülüğünün olmadığını belirtmek gerekir. Devletin asıl yükümlülüğü seçme, planlama ve ihtiyaç tespitidir.

Uzaktan öğretim ise, dünyada fenomene dönüşmüş adeta eğitim-öğretimin kurtarıcısı algısı oluşturulmaya başlanmıştır. 2007’den bu yana ülkemizdeki ilk E-eğitimcilerden birisi olarak deneyimlerim şunları gösterdi: Uzaktan eğitim, alanında daha önce bilişsel-duyuşsal yeterliliği olan (lise, yüksekokul, üniversite) öğrencilerinin bir üst öğretim basamağını öğrenmede tercih edilebilir bir sistemdir. Yani asgari bilgi ve deneyimi olan kişiler uzaktan eğitimden verim elde edebilirler. Diğer taraftan, uygulama ağırlıklı bölümlerde (deney, laboratuvar, saha vb.) uzaktan eğitim tek başına fayda getirmez. Yüksek lisansta (uygulama hariç) efektif olduğunu söyleyebilirim. Buna rağmen, uzaktan eğitim yoluyla üniversite (lisans düzeyinde) diplomaları da verilir olmuştur. Uzaktan eğitim daha çok sertifika programları ve lisansüstü dersleri için yeterlilik taşımaktadır.

Mühendis bir öğrencim, iş bulamadığını, taşeron bir şirketten gelen bir teklif üzerine işe başladığını, iş yeri sahibinin ortaokul mezunu (?) usta olduğunu, devletten ihaleler aldığını, kendisine ilk iki ay sigorta yapmadığını – sürekli kandırıldığını- maaş olarak asgari ücret verildiğini, bu zatın, çalışan bayanları taciz ettiğini, dayanacak gücü kalmadığını üzülerek bana anlatmıştı. Gelişmiş bir ülkede, işveren, alan uzmanı; çalışan ise, o uzmanlığın ara-kademesinde yer alan kişilerdir. Ülkemizde tam tersi oluyor ne yazık ki! Bir başka öğrencim de spor bilimlerini dereceyle bitiriyor, KPSS’de alanında ilk 600 kişi arasına giriyor (her iki sınavda da: 2021, 2022) ve öğretmen olarak atanamıyor. Bu kişi, başarısız mı sizce? Pek tabii ki başarılı, peki sorun kimde? Yanıtını siz veriniz.

Her köşede bir üniversite açmak, nitelik yerine niceliğe önem vermek, akademisyen yetiştirememek, ara kademelerdeki okulları (liseleri) besleyememek, herkesi üniversite mezunu yapmak gibi gereksiz ve kifayetsiz düşünce, üniversite ve bilim mantığıyla ters düşer. Bu problem sadece ülkemiz için değil, tüm devletlerin ortak problemidir.

Herkes üniversite mezunu olmaz, olamaz. Üniversiteler, o alana zeka ve beceri yönünden uygun kişileri seçmekle mükelleftir. Bunu başaracak olan da başta eğitim sistemi (Milli Eğitim), sonra Yüksek Öğretim ve sonra da devlet planlaması ve organizasyonudur. Üniversite (evrenkent) kendi yasaları olan, kendi kültürü olan bilimden beslenen ve seçilmiş, liyakatli kişiler tarafından yönetilen kurumlardır. Çocuklarına iş bulmayan ailelerin “Bari üniversite okusun, devlette bir iş bulur.”, dediği (haklı nedenlerle), ama o evladının iş bulamadığı kurumlar hiç değildir. Gencin akademik becerisi/yeterliliği (şart değil) yoksa, en kestirme yoldan çalışma hayatına (yeteneği ölçütünde) atılması şarttır. Bu hem ruh sağlığı açısından hem de ekonomik olarak daha doğru bir tercihtir. “Halka tatlısı” satmak için iki üniversite bitirmeye gerek yok!

Ne diyordu general: “Asker, askerlik yapar.”

 

Not: Buradan eğitime karşı olunduğu gibi bir izlenim çıkmasın. Bireyin akademik yeterliliği varsa, okumanın ve öğrenmenin yaşı yoktur. Diğer türlüsü vakti heder etmekten öteye geçmez. Eğitim şart (örgün eğitim liseye kadar) ama öğrenim şart değil.

 

 

 


 

Hiç yorum yok