Blogger tarafından desteklenmektedir.

Virüs Teleskrin Big Brother ve 1984 Romanı


Bu yazımızda, 72 yıl önce kaleme alınan “1984” romanının (G. Orwell) günümüze dönük göndergelerini ele alacağız.

Askerlik yaptığım (1997) sınıf okulunun karşısında “NBC” merkezi vardı. Bu da ne ki, diye sorduğumda “Nükleer, Biyolojik, Kimyasal” sözcüklerinin kısaltması olduğunu öğrendim. Yani, yıllar öncesinden bu konuda TSK içinde bir merkez bulunuyordu. Haliyle, günümüz kahinlerinin(!), “bakın ben biyolojik-virütik” bir savaşın yapılacağını gördüm, tahmin ettim” demesi pek manidar kalmaktadır. Virüs savaşları, biyolojik, kimyasal saldırılar çok eski ve sık kullanılan, düşmanı yok etme stratejisidir.

Virüsler sadece biyolojik kökenli değil; yazılım yoluyla da yaşamımıza sirayet etmektedir. Yıllar önce okuduğum bir hackerın itiraflarında, pc üzerindeki kamerayla kişilerin takip edildiğini, muziplik olsun diye, elinde kahveyle gelen pc kullanıcısına cd kolunu açtığını, “kahveni buraya koyabilirsin,” mesajı verdiğini anlatması, bana şaşırtıcı gelmişti. Sonraları işin boyutu daha değişti. Mobil telefonların yaşamın içine girmesiyle kullanıcının; banka hareketleri, politik duruşu, sağlığı, konum bilgileriyle nerede olduğu, kimlerle beraber olduğu ve hatta ne yaptığına kadar bilgi elde edilebiliyor. Casus yazılımlar yoluyla, evin içinde kiminle ne konuştuğunuz, nereye nasıl gittiğiniz (kamera izlemeyle), her türlü veriniz, big brother tarafından takip ediliyor. O nedenle, teknolojik insanın halen kendini özgür hissetmesi kadar abesle iştigal bir durum olamaz.

Telefonlara ya da pc’lere bulaştırılan virüslere karşı, yazılım firmaların geliştirdikleri anti-virüs programları kullanıcılara satılmaktadır. Teori şudur ki, bu virüsleri kendileri yaymakta, sonra da virüse karşı geliştirdikleri sözde koruyucuları bize satmaktadırlar. Hal böyle olunca virüsler de bir metaya dönüşmüş oluyor. Gelecekte savaşların virüsler (biyolojik-digital) yoluyla olacağı şüphe götürmemektedir.

George Orwell’ın distopyası, idealin tersini anlatması yönünden ütopyalardan ayrılır. Alegorik bir anlatım seçildiği, fantastik roman kategorisindeki bu yapıt, günümüze çok ilginç göndermeler yapmaktadır. Romanda “teleskrin” (dışarıdan birinin cihazla sizi sürekli gözlemesi; hareketinizi ve konuşmalarınızı takip etmesi, size seslenmesi) yoluyla kişiler kontrol altında tutulmaktadır. Sizce elimizin altındaki telefonlar da aynı işlevi görmüyor mu? Hatta , gelen mesajlarla bize sürekli bir sesleniş yok mu?

Kitaptan birkaç cümle paylaşalım:

“Düşünce tarzı bugünkünden apayrı olacak. Daha doğrusu bizim anladığımız manada ‘düşünce’ diye bir şey kalmayacak.”
“Dili en basit hale getirmeye çalışıyoruz. On birinci baskıda 2050 yılından önce kullanılamaz hale gelemeyecek olan bir tek kelime bile bulunmayacak” [Zorunlu açıklama: Konfüçyus’a (MÖ 479), sorarlar, bir ülkeyi bölmek isteseydiniz, nereden başlardınız? Konfüçyus, dillerinden başlardım, der. Peter Handke de dilbilim bağlamında, sözcüklerin iletişimi yok ettiğini söylüyordu. Dikkat edecek olursak, telefon ve tabletlerdeki yazılar da kısalmaya, yerini emojilere bırakmaya başladı.] Romanda bireyin yok edilişi anlatılmaktadır. Aynı süreç günümüzde de cereyan ediyor. Kendisi için hareket eden ve herkesten uzaklaşan insan, yalnızlaşıyor ve aynı zamanda dar bir kelime dağarcığına hapsediliyor. Bunu da gönüllü yapıyor insan. Romanda da gönüllü esaretin mantığı anlatılmaktadır. Öyle bir zaman gelir ki, her şey kişinin kendi isteğiyle yerine gelmiş olur.

“Sanat, edebiyat, bilim hiçbiri olmayacak bunların. Her şeye gücü yetenin bilime ihtiyacı olur mu hiç? Güzellikle çirkinlik arasında hiçbir fark bulunmayacak. Ne herhangi bir konuda tecessüs ne de yaşama zevki…” Sanki günümüz özetliyor. Sanat sanat olmaktan çıkmış, ticari metaya dönüşmüş. İletişim sadece beyin yıkamaya hizmet ediyor. Yapay zeka yoluyla da bilim, bilgisayarların emrine verilecek. Böylece, insanın düşünmesine de gerek kalmayacak. Sadece denileni yapan, hissiz, ruhsuz bir varlık kalacak ortada.

Netice olarak, bir roman ve o romanın günümüze yansımasına bakıldığında insan özgürlüğünü çoktan kaybetti. Şimdi, çip takılsın mı takılmasın mı, tartışması sürüyor. Kimileri, özgürlüğümüzün elimizden alınacağını söylüyor. O iş çoktan bitti sayın okuyucu, çip taksanız ne olur, takmasanız ne olur?

Telefonlarınıza yüksek frekanslar gönderildiğini düşünsenize, azıcık dili uzayan, azıcık sistemi eleştiren kanser olup bu dünyadan terk-i diyar eyleyebilir, mümkün müdür? Mümkündür. 

Düşünün bir, sabah akşam spor yapıp düzenli beslenerek klavyesi başında onu bunu eleştiren Muhittin Bey neden öldüğünü bile bilemeden göçecek  muhitinden.




Hiç yorum yok