Blogger tarafından desteklenmektedir.

Veterinerden Hukuk Fakültesi Dekanı ve Türkiye'de Hukuk



Hafta içi, bir hukuk fakültesi dekanının veteriner olduğu hususunda haber gördüm. Konuyla ilgili, sosyal medyada da yarı şaka yarı ciddi eleştirileri de okudum. Aslında bana pek de yabancı gelmedi bu durum. 1996 yılında asteğmen öğrenci olarak bulunduğum bir şehirde, şimdi hukuk profesörü olan devre arkadaşım, o dönem ben de araştırma görevlisi olduğum için, gel seni bizim üniversiteye götüreyim ortamı gör, diyerek beni fakültesine götürdü. Önce, kendi fakültesinin dekanına ziyaret ettik. Konu hukuktan açılınca, dekan bir anda, ben ziraatçiyim, deyiverdi. Çok şaşırmıştım. Ardından, asker arkadaşım beni konservatuvara da götürdü. Konservatuvarın müdürüyle makamında tanıştık. O da sohbet esnasında, ben aslında veterinerim, deyivermez mi? Her iki hoca da bizi çok iyi ağırlayan ve bir o kadar da beyefendi kişilerdi ama, çalıştıkları alanı temsil etmedikleri için kafamda soru işaretleri oluşturmuşlardı. Neticede 1996-2019 arasında pek de bir şeylerin değişmediğinin altını çizelim.

Gelelim şu hukuk meselesine, bir toplumu ayakta tutan yegane unsur adalettir. Hukuka kastedildiğinde o toplumun tüm bileşenleri çözülür. Hukuk sözcüğünün kökü hak’tan gelir. Hukuka güvenin zedelendiği toplumlarda ise, halk kendi hukukunu kuracak ve mutlak surette kaos çıkacaktır. Bunları niye mi yazıyorum, söyleyeyim. Mantar gibi biten hukuk fakülteleri, bu önemli mesleğin içini boşaltmaktadır. Hukukçu mantık kurallarını son derece iyi bilen kişi olmalıdır. Bunun için de ortalamanın üstünde bir zekaya ihtiyaç vardır. Köklü hukuk fakültelerimizden mezun hukukçularımızı istisna tutarak sözlerimizi ilerletelim.
Toplumun hukuka güveni, hukukun siyasallaşması eleştirilerinin gölgesinde,  tarihinin en düşük seviyesine inmiştir. FETÖ, Cemaatler ve siyasi kadrolaşma hukuk camiasında bölünmelere ve ardından da hukuk dışı süreçlerin işlemesine neden olmuştur. Peki halk, hukuka güvenmeyecekse kime güvenecek? Bu başlı başına kanayan bir yara… Gelelim ikinci konu avukatlar meselesine, yakın bir dostum, avukata üç dava için 23 bin lira veriyor. Sözleşme yapmıyor ama, avukat güvendiği birisi (!) Avukat, yeni açacağı dosya için 5 bin lira talepte daha bulunuyor (Halbuki davalar kağıt üstünde; idari ve ceza davaları). Bu bardağı taşıran son damla oluyor. Arkadaşımın anlattığına göre bu avukat bayan, her türlü pazarlığı arkadaşımla yapıyor ama, ikinci kez para isteme noktasında devreye yardımcısını sokuyor. Parayı peşin almasına rağmen, her iki davada da teknik hatalar yapıyor. Üçüncü dava için de 5 bin talep edince, arkadaşım,  yeter ama, istemiyorum, zaten iki dava açtın, diğerini açmadan bu beş bin lira nedir, mevcut davalar sürsün, diyor. Arkadaşımın anlattığına göre ünlü avukat bayan, parayı peşin aldıktan sonra ne telefona çıkıyor ne de doğru dürüst açıklamalar yapıyor. Hatta bir davanın dilekçesinin son tarihini bir gün önceden müvekkiline hatırlatıyor. Neticede müşkülpesent, iş ahlakı olmayan, iş bilgisi zayıf,  sadece para odaklı bir avukat çıkıyor karşısına. Zor bela 7 bin lirasını alabiliyor ama, geri kalan paraya avukat el koymuş oluyor (Hiçbir hak iddia etmiyorum, diye de bir evrak imzalatıyor. Tüm dosyalardan da feragat edip, yeni açılmış davalar daha sonuçlanmadan 14 bin lirayı cebine koyup müvekkilini ortada bırakıyor.). Bu arada, arkadaşım zaten mağdur. Maddi-manevi mağduriyeti de iki misline çıkıyor. Şikayet için Ankara Barosuna gitmeye kalkıyor ama, avukatlar, nafile bir çaba, diyerek, arkadaşımızı yoldan çeviriyor.
Ben de şakayla karışık, aynısını dedim. Aman kalsın, bir de barodan darbe yemiş olma, neme lazım, sütten ağzın yandı bir kere!
Espriyle anlatalım,  şimdi bu arkadaş suça meyilli olsa, adli kontrol şartıyla serbest duruma düşmez miydi? 14 bin lira dile kolay!
Şimdi gelelim işin esasına; hukuka güven yok diyoruz, avukata da güvenemiyoruz. Biz kime güveneceğiz? Veterinere mi, ziraatçiye mi? Bir bilen varsa şöyle gelsin!
Bu makale "Demokrat Haber"de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok