Blogger tarafından desteklenmektedir.

Eşeklik Baki Kalmasın




Bu makale, 26.09.2019 tarihinde Demokrat Haber'de Yayınlanmıştır.


Eğitim, insanda davranış değiştirme süreci olarak tanımlanır. İki şekilde gerçekleşir: Formel ve informel. Yani, biri okul; diğeri de aile ve çevredir. Hal böyle olunca, formel eğitim almış bireylerden oluşan toplumun birtakım göstergeleri bulunmalıdır. Nedir onlar; tahammül gösterme, saygıyla dinleme, sırasını bekleme, yol verme, nazik davranma, çevreyi kirletmeme, hayvanlara kötü muamele yapmama, gürültü etmeme vb. davranış süreçleridir. Eğitimli bireyler girdikleri ortamda duyarlılıklarıyla da kendilerini belli ederler: Argo ifadelerden uzak durmak, alçak ses tonuyla konuşmak, konuşmacının sözünü kesmemek, giyim-kuşama özen göstermek davranışa dönük önemli unsurlardır.
Bu yazımızda yanlış eğitimden (!) bahsedeceğiz. Eğitimin yanlışı olur mu, demeyin, oluyor. Aslında, yanlış eğitimden kastettiğim, doğru eğitimin bir türlü oluşturulamamış olmasıdır. (Doğru) eğitim, bazı göstergeler taşır: tiyatro-sinema- konser salonları, resim galerileri, şehirleri sarmalayan kütüphaneler, vb. … Diğer bir pratik gösterge ise, trafik kurallarıdır. Ankara’da, sabah ve akşam trafiğinde adeta herkes sırt sırta yol alıyor (birçok şehirdeki gibi). Kimse kimsenin güzergahına, yol hakkına riayet etmiyor. Allahtan kurallara uyan, birbirine saygı gösteren, şehir kültürüne uyum göstermiş şoförler var. Onlar da olmasa, tam bir kaostan söz edebiliriz. Trafik kuralları iki şeyi ortaya çıkartıyor: Empati, yasalara uyum. Bu iki şey de varlığını eğitime borçludur. Eğitim yaşantımız ne empatiyi ne de yasalara saygı göstermeyi bize öğretebiliyor. Böyle olunca da kendi kurallarını koyan bireylerin dayattığı bir yaşamı sürdürür hale geliyoruz. Gecenin köründe havayi fişek atan, otomobiliyle drift atan, yollarda makas atan öylesine sağlıksız bireyler var ki, eğitim bunların yaralarına merhem olamıyor.
Duayen eğitim bilimci Prof. Dr. Veysel Sönmez ile bir röportaj gerçekleştirmiştim. Köy Enstitülü olan hocamız eğitimin, yaşamın içinden olması gerektiğini söylemişti ki katılmamak mümkün değil. Samimiyetimle söylemek isterim ki; sürücülerin kahir ekseriyeti ne matematik ne de fizik biliyor? Takip mesafesi tamamen bir problem konusu. Diğer bilinemeyen ders de biyoloji. Neden mi? 50 km hızla duran bir cisme ( araç-duvar vb.) çarpma durumunda hangi organların zarar göreceği, araç-içi yaralanmaların yaşamsal sonuçları bilinemiyor. Vatandaşlık, sosyal bilgiler dersi ise, yasalara ve sosyal yaşama uyumu öğretemiyor. Halen, emniyet şeritlerinde cirit atan densizler mevcut. Emin olun, bu kişilerin şeceresi çıksa, çoğu vergi kaçakçısı, rantiyecidir. Sanat-estetik, edebiyat dersleri ise; empati, duygu kontrolü, iletişim için gereklidir. Yolda yanlış yapan bir sürücüyü ikaz etmeye durun, hayatınız tehlikeye girebilir. Çok örneği var ki, kadın sürücüleri sıkıştıranlar, onlarla kavga edenler… Hangi tedrisattan geçmiş olabilir?
Neticede, eğitim yanıltıcı bir kavrama dönüştü. Geçen gün, çocuğumu okulun önünde karşıdan karşıya geçirirken, arabasını üstümüze süren ve görünüş itibariyle iyi eğitim almış (?) bir bayan şoför; başka bir gün, uzun saçlı modern görünümlü ama yola tüküren bir bey; diğer bir gün, de pastanenin önünde aracından inmeyip sabah sabah dizel motorunu çalıştırarak pastanedeki vatandaşları egzoza boğan iyi giyinimli beyefendi… Hepsi ama hepsi muhtemelen iyi okullar, iyi üniversiteler bitirmişlerdir. Amma velakin bunlar, sadece alanlarında uzman olabilmiş kişilerdir. Eğitim denildiğinde uzmanlık değil; hayata intibak, kişisel tekamül akla gelir. Eğitim sistemimiz işte bunu çözebildiğinde amacına ulaşmış olacaktır. Diğer türlü, Fuzuli’yi analım: "Mey biter sâki kalır, / Her renk solar hâki kalır. / Diploma insanın cehlini alsa da, / Mayasında varsa eşeklik bâki kalır.” Ülkemiz bu yönüyle halen feraset ülkesidir. Yani eğitim yaşantısı, okuyan ve okumayanla neredeyse aynı seyirde olduğu için; aileden, atadan veya kişinin ferasetinden doğan bir eğitim (informel) söz konusudur. Gerisi maalesef hikâyedir.

1 yorum:

  1. Sorunlarımızın nedenlerine tam da merkezinden yaklaşan bir yazı olmuş sayın hocam. Elinize, yüreğinize sağlık. Yazınızı okurken eğitim fakültesinde çevrenin ne kadar kirli olduğunu hatırladım. Başta sigara izmaritleri olmak üzere muhtelif çöplerin olmaması gereken yerlerde olduğunu, yerlerde iri iri tükürükler olduğunu, biz öğretmenlerin de önemli bir kısmımızın bu bilinçten yoksun yetiştiğimizi hatırlayarak içim acıdı. Hâlâ da izmaritini yola atan, sokağa tüküren, aracını çarpık park eden öğretmenlerimiz mevcut maalesef. Belki sayıları oldukça azaldı ama yine de var olmaları üzücü. Eğitim fakültelerinde bu konuda daha titiz davranmak gerektiğini düşünüyorum. En başta da, sizin de belirttiğiniz gibi, eğitim sistemimizin merkezine bu konuyu oturtmalıyız. Hatta biraz ileri gitme cüretini göstereceğim, dinin direğinin beden ve çevre temizliği ve güzel ahlak olduğunu vurgulamalıyız. Namaz şart ama bireysel. Temizlik ise toplumsal. Dinimiz de mükemmel bir TOPLUM amacını içerdiğine göre dinî söylemlerimizi bu alanda gözden geçirmenizi öneriyorum. Saygılarımla.

    YanıtlaSil