Blogger tarafından desteklenmektedir.

Ofli Hoca Diyanet ve Zorunlu Din Dersleri

Bu makale, 09. Haziran 2019 tarihinde "Demokrat Haber"de Yayınlanmıştır.

Her inancın kendine ait ritüelleri ve biçimsel (apollonik) izleri vardır. Bir kişinin hangi dine inandığı onun ibadet biçiminden belli olur. Özellikle, semavi dinleri merkeze aldığımızda; doğruluk, ahlak, yardım etme, kul hakkı yememe, yalandan sakınma, inâyet sahibi olma, adil olma, nefse hâkim olma ve hepsinden öte iyi insan olma gibi öze dair önemli ortaklıklar bulunur. Budizm, Hinduizm gibi öğretiler ise, bu özü daha fazla içselleştirmiş ve imanı daha çok öze dönük (diyonizik) ele almaya çalışmıştır. İslâm dini ise, yaşamın içine daha fazla girmiş ve imanla tatbikatı, yani; özle biçimi ayrıntılarıyla ele almıştır. Semavi dinler ve öğretiler içerisinde İslâm, dünyevi meselelere hepsinden daha fazla önem veren bir din konumundadır. Haliyle, tatbikatta yaşanmayan İslâmın, teoride de yaşanamayacağı gerçeğini aklımıza gelir.

Bu yazımızın konusu, kimsenin imanını sorgulamak değildir. Bizi enterese eden asıl hikâye, taklidî imanı, tatbikî imanmış gibi bize yutturmaya çalışan ya da gerçekte doğru yaptığını zanneden zihniyettir. Bunun sağlamasını yapmaya kalksak ilk sorudan başlayabiliriz. Kura’n-ı Kerim’i okuyan kaç kişi var çevrenizde? İtiraf edeyim, çok az sayıda kişi olduğunu kendi çevremden örneklendirebilirim. İlk emri “oku” olan İslâm dininin kitabının sadece ilgili olanlarca okunuyor olması oldukça garip bir çelişkidir. Hâl böyle olunca da “Şeyhinin ısırdığı hurmanın kendisini cennete götüreceğine inanan” bir güruhla karşılaşmanız tesadüf olmaz. Ülkemiz gerçeklerinden yola çıkıldığında, sözlü kültürün yazılı kültüre oranla tartışmasız boyutta önde olduğunu biliyoruz. Okumaktansa, birini dinlemek daha kolayımıza gitmekte ve sözle taşınan bilginin zamanla; hurafelere, batıl inançlara hatta mitoslara evrildiği  gerçeği nasıl yadsınabilir?
Atatürk’ün Diyanet İşleri Başkanlığını vücuda getirmesi de bu ihtiyacın (doğru din bilgisinin) karşılanmasına dönük bir refleks olduğunu kabul etmek gerekir. Ortadoğu toplumlarındaki biat kültürü, söz söyleyen kişiye koşulsuz itaati ve onun her türlü söylemine itimat etmeyi doğurur. Bu da, inancı kendi menfaati için kullanan din bezirgânlarına altın tepside sunulmuş bir fırsata dönüşür. Gerçek dini bilgiyi ve dini referansı anlatacak, izleyecek, doğru kaynakları sunacak, din adamlarını koordine ve kontrol edecek mekanizmanın başı Diyanet İşleri’dir. O nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının ülkemizin en önemli kurumlarının başında geldiğini söylesek zannederim yanılmayız. Çünkü, cemaatler ve dinî örgütler kontrol edilmediğinde bir ülkenin felâketi orada başlar. 15 Temmuz'da bunun en feci örneklerinden biridir. Diyanet’in siyasetten uzak tutulması ve gerçek dini bilgiyi tebliğ etmesi ülkemiz için ve tatbik-i iman için olmazsa olmazlardandır.
Diğer konu ise, “zorunlu din dersleri”dir. İtikat, ibadet kavramlarının öğretildiği, tüm dinlerin ortak ve ayrıldığı noktaların işlendiği, temelde iyi insan olmayı öncülleyen, hurafelerden arındırılmış, din felsefesinin bizatihi içinde olduğu bir ders, kuşkusuz gelecek nesillerin bilinçlendiği (inansın-inanmasın), din kültürüne aşina bir toplumun oluşturulması açısından ülkemizin faydasına olacaktır. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, din derslerinin makul sürelerle zorunlu olması, din kültürü ve ahlâk bilgisi öğreticilerinin iyi seçilerek, iyi bir dinî eğitimden geçirilmesi taklidî imana dur deyiverecektir. Diğer türlü, taklidî imanın; Tv’lerde, AVM’lerde, ibadethanelerde, jeeplerde boy gösterdiği günümüzde İsmail Türüt’ün ünlü “OFLİ HOCA”  türküsünü getirir ki aklımıza, o da muhafazanallah!

Hiç yorum yok