Blogger tarafından desteklenmektedir.

Etik mi Ahlak mı?



Etik (Ethos) kavramının literatüre girişi, Antik Yunan dönemine rastlar: “karakter”, “güven”, “erdem”, “şeffaflık”, vb. anlamlar ihtiva eder. Etik kavramının dinde karşılığı ise: “ahlak”, “vicdan”, “dürüstlük” olarak adlandırılabilir. Konumuz felsefe ya da din dersi olmadığına göre, etik kavramı niçin ilgimizi çekti, o konuda biraz konuşalım.

İlk haritamız, dünyada “Dini Kısıtlama”ları anlatmaktadır. Koyu renk, en yoğun (yüksek) kısıtlama; açık renk ise, düşük kısıtlamayı ifade etmektedir. Ülkemiz, görüleceği üzere en yoğun dini kısıtlamanın olduğu ülkelerden birisi olarak haritalanmıştır.

Gelelim ikinci haritaya, 2017 yılında yapılan “Uluslar Arası Yolsuzluk Endeksi” haritasına göre de, gene aynı renklere benzer bir sıralama göze çarpmaktadır. Ülkemiz, Avrupa ülkeleri içerisinde sonuncu gelmektedir. Diğer taraftan, dünyada 81. ülke konumundadır.

2012 yılında yapılan “Dünya Barış Endeksi” ile  “Dünya Özgürlük” haritasına da şöyle bir baktığınızda  ülkemiz koyu renklerle ifade edilmektedir. Adeta bir ressamın elinden çıkarcasına, dört haritanın da benzerlik oluşturması, üzerinde düşünülmesi gereken konular olduğunu akla getirir.

Haritaları yorumlarken, “etik”, “ahlak” kavramlarından yola çıkmayı uygun buldum. Etik kavramı, seküler (la-dini)’dir. Ahlak kavramının anlam evreni ise, dini-uhrevi bir yapıyı arz eder. Şimdi sorumuz şudur: Dinin bu kadar ön planda olduğu ülkemizde, yolsuzluğun tam tersi istikamette ilerlemesi hangi teoriyle açıklanabilir? Yani, seküler dünya, dinin önünde midir? Batı dünyası, dinsel argümanlar yerine “etik “ kavramını koyarak, evrensel yasalar oluşturmayı amaçlamış ve bunu da değer’ler olarak örgütlemiştir. Maneviyatın yaşamın tam kalbinde olduğu ülkelerde; hürriyet, barış, ahlak, şeffaflık vb.  kavramlara yüklenen değerin üst seviyede olması gerekmez mi?  

Yıllar önce bir sınavda görevliydim. Sınav, hukuk fakültelerimizden birinin dersliğindeydi. Salonu kontrol ederken, adeta Çinceye benzeyen ve tüm duvarları kaplayan kopyalara rastladım. İnsanı dehşete düşüren bir görüntüydü bu! Nedenine gelince, bu öğrenciler ileride; hakim, savcı hatta yüksek yargıçlar olacaktı...

Bir politikacı ya da bürokratın yolsuzluk yaptığını söylediğinizde, aman canım, kim yapmıyor ki? denildiğine tanık olmuşsunuzdur. Bir din düşünün ki, temeline “kul hakkı yememeyi” yerleştirmiş olsun. Geçende, oda havasını kurutmayı engelleyen kalorifer suluğu almak için nalbura gittim. Çeşit çeşit suluk bulunuyordu. Hoşuma gidenini aldım ve evde kızımla birlikte poşetinden çıkartıp sularını doldurarak kaloriferlere taktık. Sabah uyandığımızda sulukların çoğu kırılmış ve kalorifer altları su içinde kalmıştı. Defolu ürünleri teslim için nalbura gittim ve görüntüsüyle mütedeyyin olan işletme sahibesi (ya da yakını)’ne ürünü iade etmek istediğimi söyledim. Bana iade alamayacağını söyledi. Ben ısrarcı olunca, dışarı çıkıp gençten bir beyi çağırdı. Ona durum izah edince, suluklarınızı firma sahibine gösteririm, bugün firmaya gideceğim bunları da yanımda götüreyim, dedi ve ben sulukları teslim ettim. Birkaç gün sonra gittiğimde, aynı yetkili, henüz görüşmediğini söyledi. Mütedeyyin bayan, zaten bunun iadesi olmaz. Bir kere açtınız. Hem ben size diğer seçenekleri de göstermiştim. Siz bunu bilerek aldınız, demez mi? Gerçek-dışı bir beyan olduğu kadar, hem yasal (müşteri haklarına göre) hem dinen hem de etik açıdan kural ihlali içeren bir beyanattı.

Benzer bir durum da, gene mütedeyyin görünümlü bir öğrencimin, yoklama tutanağına fazladan bir arkadaşının imzasını atarak gerçekleşmesiyle olmuştu. Öğrenci sayısıyla, yoklama kağıdındaki sayı uyuşmayınca durum ortaya çıkmış ve öğrencimiz özür dileyerek affını istemişti. 

Buradan; Diyanet İşleri Başkanlığına, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerimize seslenmek istiyorum. Gelişmiş ülkeler, inanç konusunda kısıtlamalarda bulunmadan ve sekülerlik yolunda ilerlerken, nasıl oluyor da bu kadar şeffaf ve etik olabiliyorlar? Hata nerede sayın hocalarım? 

Buyrun!

Hiç yorum yok