Blogger tarafından desteklenmektedir.

Öğretmenim Canım Benim (Özel Okul Muamması)

ÖĞRETMENİM CANIM BENİM

Geçende, 24 Kasım Öğretmenler günü vesilesiyle mezun ettiğimiz bir öğrencimden kutlama mesajı geldi. Ben de kendisini aradım hal hatır sormak, teşekkür etmek için. Özel bir okulda öğretmen olduğunu söyledi. “Ben de nasıl memnun musun?” deyince, bir dokun bin ah işit anlattı da anlattı… Birazdan sizinle paylaşacağım.
Bizim zamanımızda ülkemizde birkaç özel okul vardı. Hepsi de saygın ve uluslararası akredite kuruluşlar olup, önemli mezunlar verirlerdi. Bunun yanında, devlette de; kolejler ile fen liseleri aynı işlevi gören ve değerli mezunlar veren eğitim kurumlarıydı. Özel teşebbüsün hızla gelişmesi ve ardından devlet politikaları sonucu özel okullar mantar gibi bitmeye başladı. Tecrübe diyelim, yaşam felsefesi diyelim… Bir şeyler çoğaldıkça kaliteden taviz verildiği hissi uyanır bende. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 26. Madde bakınız ne diyor?
“Her şahsın öğrenim hakkı vardır. Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında parasızdır. İlköğretim mecburidir. Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır.”
“Öğrenimin hiç olmazsa parasız” olmasının önemini vurguladıktan sonra bana şunu diyebilirsiniz. Devlet okullarımız paralı değil. Evet, buna rağmen özel okullara bir yönlendirmenin sürdüğü akıldan çıkmamalıdır. Kendi kanım da bu doğrultuda olup küçük kızımı imkanlarım ölçütünde özel okulda okutmayı planlamaktayım. Bu çelişkinin giderilmesinde devletimize büyük görev düşüyor. Özellikle ders kitaplarının ücretsiz olması, akıllı sınıfların oluşturulması, tablet dağıtılması, çocuklara süt verilmesi, kantinlerde zararlı yiyeceklerin yasaklanması takdir ettiğim uygulamalardır. Devletin, özellikle devlet okullarını özendirici faaliyetlere girişmesi ve bunun için geleceğe yatırımlar yapması temennimizdir. Unutmayalım ki, kolejler ve fen liseleri bu işi zamanında layıkıyla başarmış kurumlardı.
Şimdi öğrencimle ilgili konuyu dile getirmek isterim. Geçen Haziran ayında sözleşme yapıyor, ardından Eylül’e kadar herhangi bir maaş ödenmiyor, yaz tatili olduğu bahane edilerek… Sonra, yaz dönemi boyunca okuldaki toplantılara ve faaliyetlere katılması isteniyor. Dönem başlayınca, öğretmenimiz cumartesi günü de çalışan bir emekçiye dönüşüyor. Öğlen aralarında nöbetçi öğretmen olarak okul bahçesinden çıkamıyor. “Yemeğimi 6 dakikada yedim,” diyor. İzin alamıyor çünkü 8-5 çalışıyor. Sigortası en düşükten yatıyor aynı zamanda ve herkesin mutsuz olduğunu söylüyor. Sıkı durun, bu öğretmenimiz sizce ne kadar maaş alıyor? Asgari ücret efendim. Daha bir yılını doldurmamış. Doldursa başı göğe erecek değil, farklı bir maaş gene almayacakmış ona göre.
Atatürk’ün veciz sözlerinden biridir: “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” Ulusları, bu şekilde sömürülen öğretmenlerimizle nasıl kurtarabileceğiz, söyler misiniz? Özel okul diye binlerce lira verip evladınızı gönderdiğiniz kurumda öğretmenin kıyafet almaya parası yok! Diğer taraftan iş garantisi de yok, her an kapı dışarı edilebilir. Böyle bir öğretmenin evladınıza nasıl katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz peki? Son zamanlarda bir Fin mucizesidir gidiyor. Evet Finliler eğitimde dünyada ilk sıraya oturdu. Ama durun, o mucizeyi ilk olarak biz 1920’li yıllarda yazılan “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitapta duyduk. Peki bu eserin önemi nedir, diye soracak olursanız söyleyelim efendim. Atatürk bu eserin askeri okullarda mutlaka okunması gerektiğini söylemiştir. Yani, Fin mucizesinin kökleri bu kitaptadır. Atatürk gene ileriyi görmüş ve bizi utandırmaktadır. Biliyorsunuz, bizim “Köy Enstitüleri”miz vardı. Amprik (tecrübeye dayanan) John Dewey’in görüşlerini de içeren önemli bir kurumdu. Orada da eğitimin “yaparak yaşayarak”, “deneyerek” gerçek olabileceği işleniyordu. Günümüzde “yaratıcı drama” alanında çalışan eğitimcilerimiz bu sloganı iyi bilirler: “Yaparak yaşayarak öğrenme.” E, yani geçmişteki bu mucize niye devam edemedi? Amerika’yı yeniden ve sürekli keşfetmenin kime ne faydası var? Bunlar peş peşe gelen sorulardır. Einstein’a sorarlar, “Öğrenme nasıl olur?” Yanıtı çok net verir: “Bir şeyi öğrenmek istiyorsan yap!”
Beni öğretmenlikle ilgili etkileyen iki eser vardır: İlki, “Bir eğitim Mucizesi” diğeri de Ölü Ozanlar Derneği”dir. Buradaki eğitimciler asgari ücretle çalışan kişiler değildi. Bunlar, son derece saygın ve işini hakkını veren kişilerdi. Bakanlığımızın, öncelikli olarak öğretmen yetiştiren kurumlarda ciddi bir planlama yapması gerekiyor: Kaç öğretmene ihtiyaç duyulacak, hangi branşlarda olacak vb. Öbür türlü, mezun olan öğretmenlerimiz bir kurt kapanına düşürülmüş oluyor. Ben buradan, mezun olup da iş bulamamış öğretmenlerimize sesleniyorum. Siz yetersiz değilsiniz. Öyle olsanız bir fakülte bitirip mezun olamazdınız. Bırakın mezun olmayı sınavı kazanamazdınız. Sizin talihsizliğiniz geçmiş gelecek tüm eğitim politikalarındaki planlama hatalarıdır. Eğitim fakültesi mezunu kişiler, aldıkları eğitim sonucu her işte çalışamaz. Bunu çok iyi anlamamız gerekiyor.
Sonuç olarak, ülkemize değerli katkıları olan ve işi layıkıyla icra eden özel okulları bir kenara bırakarak, evladınızı göndereceğiniz özel okullarda öğretmen maaşlarını da hesaba katın diyor ve Sayın Bakanımızdan özel okullarda görev yapacak öğretmenlerimiz için bir taban maaş belirlenmesini ve tüm kurumların buna uymasını talep ediyoruz. Özel okullardan şöyle bir eleştiri gelebilir, “efendim burası bir ticari işletme (Kel Mahmut’a veryansın eden okulun sahibinin o meşhur tiradı gelir aklıma), rekabet nedeniyle kazanamıyoruz.” Biz de şöyle deriz, “O zaman açmayınız efendim. Eğitim kurumları bir ticarethane olabilir ama önce mutlu öğretmenlerle bu kazanç sağlanacaktır! Mutlu öğretmen, mutlu öğrenci demektir.” Ne demişler, her harabede define aranmaz.

Hiç yorum yok