Sanatçının Muhalifi mi Yandaşı mı?
“Sanatçı muhalif de, yandaş da olmaz. Sanatçı sanatçıdır.
Halk onun sanatını seviyor, görüşünü değil.” diyor bir söyleşisinde Orhan Baba.
Belli ki son zamanlarda şahsına yönelik eleştiriler babayı rahatsız etmiş.
“Batsın bu dünya” , “şikayetim yaradana”, “şaşıran sen mi yoksa ben miyim
bilemedim” diyen aynı Orhan Baba değil midir? Mehmet Akif de bir dizesinde
“Ağzım kurusun yok musun ey adli ilahi” diye yakarış içine girer. Akif, çağdaşı
ve dostu Neyzen Tevfik gibi daima eleştirel bir kimlikte yazmadı mı? Orhan
Baba’nın kadere olan isyanında, “hor görme”diği gariplere olan empatisinde onu
mesleğinin zirvesine taşıyan muhalif ruhu değil miydi? Hatta, TRT tarafından
uzun yıllar yasaklandı. Gencebay, öbür mahallenin delikanlısıydı. Muhalifti,
isyankardı, “kula kulluk edene yazıklar olsun” diyecek kadar... Orhan Baba’nın
şarkıları kadere isyan orijinlidir, sisteme değil; düzeltemeyeceği kadere isyan
ettiği için “arabesk”çi olarak anılır. Öyle ya da böyle bir isyandır Orhan
Gencebay’ı farklılaştıran. Dadaloğlu
gibi, “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” diyemedi.
Zaman evrildi ve o değişim rüzgarı Orhan Baba’yı da vurdu.
Baba, şimdi ise; halkın sanata olan ilgisine dem vurarak, sanatçının işinin
sanattan ibaret olmasını gerektiğini söylüyor. Peki sanatçının ve sanatın
misyonu nedir, bir ona göz atalım.
Önce sanat denilen şeyi tarif etmekte fayda var. Sanat, “Bir
duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya
bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık.” TDK böyle tanımlıyor.
Felsefede ise “Estetik” çıkıyor karşımıza. O ise; denge, uyum, armoni,
güzellikte yer buluyor. Sanatçının işi nedir, diye soracak olursak, “denge,
uyum, güzellik, armoni ile ortaya çıkan duygunun anlatıcısı”dır, diyebiliriz.
Peki sanatçının hammaddesi ne olacak? Yani bir ağıt yakan
ozan, “Mars’tayım yalanım yok baskın yedim dün gece” ya da “Saçlarına Uranüs
düşmüş koparma anne” mi diyecektir? Sanatçının hammaddesi bu dünya, yaşadığı
evrendir. Haliyle, sanatçı yaşadığı, gördüğü (göreceği ve/veya yaşamdan olmayan
bir fanteziyi) bozuklukları düzeltmeye; sesle, tınıyla, görüntüyle, fırçayla,
dansla yeniden dönüştürmeye çalışır. Dönüştürürken de yaratıcı bir etkinlik
içerisindedir. O nedenle bazı inanç sistemlerinde, sanat eserlerine karşı
belirgin bir uzaklık bulunur. Sanatçının yaptığı iş bayağı olarak nitelenir ve
tanrıya şirk koşulduğu düşünülür. Çünkü inananlar için, yaratmak yalnızca ilahi
bir kudrete dayanır. Hal böyleyken, sanatçının üzerindeki yükün ne kadar fazla
olduğu su götürmez. Sanatçı, düzenden yana olursa sanat icra edemez. Kopyacılık
da yaratıcılıkla bağdaşmaz. Sanatçının eseri orijinal olduğu kadar, yeni bir
bakış ortaya koymalıdır. Demek ki, sisteme muhalif olmayan (hangi görüş ve
ideoloji olursa olsun) sanatçı, felsefik anlamda bir sonuç ortaya koyamaz.
Sanatçı, muhalefetten, bağımsızlıktan ve eleştiriden beslenir. O nedenle, Orhan
Gencebay’ın görüşünü kabul edemeyeceğimizi üzülerek söylemek isteriz. Sanatın
ve sanatçının ciddi anlamda deforme olduğu günümüzde, bırakalım bir nefes
kalsın.
Güzeldi. Meyvasını yiyeceğim bahçenin ağacını, suyunu ve sahibini de güderim. Salt eseriyle ve felsefesi ile var olamayanın sanatçılığından ne kadar söz edilebilir?
YanıtlaSil