Demokrat Haber'de Yeni Kitabımla İlgili Söyleşim
Türkiye'de yönetim Becerileri ve Liderlik
Demokrat Haber'de Söyleşi
Cemal Kalman- Değerli okuyucularımız, bugün kıymetli dostum, eski arkadaşım ve gazetemizin yeni köşe yazarı Kamil Sönmez ile yeni çıkan kitabı “Türkiye’de Yönetim Becerileri ve Liderlik” üzerine söyleşi gerçekleştireceğiz. Kamil Sönmez’i tanıyalım mı, önce?
Kamil Sönmez- Sevgili Kalman, bence söyleşiden önce bir konuyu okuyucularımızın dikkatine sunalım. Seninle dostluğumuz ve iş arkadaşlığımız 1998’li yıllarda başladı. O zaman Medlife A.Ş. bünyesinde çalışıyorduk.
C.K.- Evet
K.S.- Senin ismin geçince aklıma hep Beşiktaş Kulübü Efsane Başkanı Süleyman Seba gelir.
C.K.- Evet güzel bir anıdır.
K.S.- Hatırlarsan iki kere makamına gitmiş, birinde de yönetim kuruluna brifing vermiştik. Orada ikimizi de etkileyen bir durum vardı. Seba’nın nezaketi.
C.K.- Asansöre kadar yolcu etmiş ve hatta asansör düğmesine basmıştı.
K.S.- Ve hatta kapı kapanana kadar da beklemişti. Şimdi bunu niye paylaşıyorum. Günümüzde biraz saygıyı mı yitirdik bilemiyorum. Ya da efsane başkan böyle mi oluyor, bunun yanıtını okuyuculara bırakalım. Liderlik ve Yönetim denilince bu anıyı paylaşmayı elzem gördüm.
C.K.- Kamil Sönmez kimdir ve neler yapar?
K.S.- Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğretim elemanıyım. Edebiyat, halkla ilişkiler ve konservatuvar tiyatro bölümleri mezunuyum. Yüksek lisansımı “Eğitimde drama” üzerine yaptım. 4. Kitabım var. Sırasıyla: İlki, Yüksek Lisans Tezi; ikincisi, Göstergebilimde Söylem Çözümlemesini içeren On Dokuz Mayıs Üniversitesince basılan kitabım; üçüncüsü, Perakendede Müşteri Memnuniyeti adlı ve Türkiye Perakende Federasyonunca basılan kitabım ve son olarak da, Anı Yayıncılıktan 2. Baskısı çıkan “Türkiye’de Yönetim Becerileri ve Liderlik” adlı kitaplarım bulunuyor. Çeşitli dergilerde de makalelerim mevcut. Çalışma hayatına İstanbul’da başladım. Birçok yerli-yabancı şirkette önemli pozisyonlarda görev aldım. 2000’li yıllar malum, üniversiteye geçmeyi uygun buldum. Önce On Dokuz Mayıs Üniv. ardından Ankara Üniversitesi… Birçok kurumda: İletişim, İkna, Müşteri Memnuniyeti, Liderlik, Yönetim Becerileri alanlarında seminerler verdim ve danışmanlıklarda bulundum. Kurumsal Eğitim Dergisi’nin de editörlüğünü sürdürüyorum. Evliyim bir kız babasıyım.
C.K.- Bu kitabı yazma fikri nereden çıktı?
K.S.- Çevirilerle ilerleyen matbuata biraz eleştiri olsun diye belki de… Belki de okuduklarımı sahada göremediğim içindir. Şu bir gerçek ki, bizim yönetim ve liderlik anlayışımız Batı’dan çok farklı. Ben o farkı ortaya koymaya, bize özgü olanı çıkarmaya özen gösterdim.
C.K.- Bize özgü olanlar nedir peki?
K.S.- Bir çırpıda önce olumlu özelliklerimizi sayarsak: Pratik davranma, hızlı adaptasyon, lider güçlü ise; bi-la bedel çalışma, kendini adama, zorluklar karşısında pes etmeme, çok çabuk organize olabilme, lider yetenekli ise; birlikte hareket edebilme ve diğer unsurlar… Olumsuz olarak ise: Fizibilite yoksunluğu, hızlı başlayış, alternatif planlamanın olmayışı, zamanı doğru yönetememe, iş ilişkisi yerine kişisel ilişkilerle işi yürütme, koordinasyonda mutlak surette açıkların oluşması ve etkili iletişim kanallarını kullanamama, işgörenin ihtiyaçlarını doğru saptayamama ve toptancı bir anlayışla yönetme, toplantıları kişiselleştirme, hatasız bir işletme yaratma adına gelişmelere kapanma, çatışmazlığı önemli bir ilke olarak benimseme gibi bir dolu sistemsel problemden bahsedebiliriz. Ama bunların içinde en önemlisi yetki devri konusunda yöneticilerin imtina etmesi.
C.K.- Neden yetki devrinde böyle bir problem var?
K.S.- Nedeni, toplumsal bilinçaltı diyelim, genetik diyelim, öğrenilmiş davranışlar diyelim… Yani bir nevi, yetkiyi paylaşan yönetici kendisini yetersiz hissediyor. Bunu bir zaaf olarak görüyor. Oysaki daha yeni okudum. Steve Jobs’un hayat hikayesinde vardır: Jobs, ikna edilirse hemen fikrini değiştirebiliyor. Diğer taraftan da takım çalışmasına uyuyor. Bizde bu pek mümkün değil. Çünkü, toplulukçu yaklaşım biz ve onlar diye kendini ikiye ayırıyor. Aslında bu ülkede yönetime talip olanlar açısından da bulunmaz bir nimet. Çünkü, biz ve onlar ayrımı kitleleri konsolide etmekte biçilmiş kaftan. Liderimiz güçlüyse doğru işler yapıyoruz. Liderimiz yetersiz ise, yandı gülüm keten helva.
C.K.- Burada şöyle mi anlamalıyız? Biz takım ruhuna adapte olamıyoruz.
K.S.- Aynen öyle. O nedenle işletmelerde en büyük problem bu. Herkes kendi başına çalışmak istiyor. Böylece de işler arapsaçına dönüyor.
C.K.- Bunun çözümü nedir peki?
K.S.- Lider pek tabii ki…
C.K.- Liderliğin sırları nedir, diye sorsam?
K.S.- Adalet, özveri, cesaret, kararlılık diye uzun uzun sayarız ama, şiir ve matematik bu coğrafyada liderin künyesidir.
C.K.- Mesela?
K.S.- Önce iyi şiir bilecek, sanatla iştigal edecek. Ardından, dünyayı tanıyacak ve matematik bilecek. Bu ikisi bir arada olursa Atatürk çıkıyor karşımıza, Fatih çıkıyor, Kanuni çıkıyor…
C.K.- Bu ikisi olmayınca lider olunmuyor, diyorsun.
K.S.- Bu coğrafyada olmuyor. Tek başına matematik sadece mantığa işaret eder. Hal böyle olunca, insanımız kendisine dokunulmasını, aynı dilin konuşulmasını istiyor. Tek başına matematik, liderlik için asla yeterli değildir.
C.K.- Öyle liderlerimiz var mı peki?
K.S.- Şimdi tarif etmiş gibi olmayalım. Okuyucuya bırakalım bu bahsi. Ama yöneticilerimiz matematikten başını kaldıramıyor. Motivasyon olmayan yerde verim olmaz. Denilir ki, sosyal performans olmadan ekonomik performans olmaz. Yönetici sadece hesaplarsa bir yere kadar gider. Duyguları da hesaplaması lazımdır. Zaten o durumda liderlik özelliği çıkar karşımıza. Yönetici bir iş emri verir, işgören zorunluluk icabı yapar. Lider bir iş emri verir. İşgören onu coşkuyla yapar. Aradaki fark budur.
C.K.- Şu yöneticiyi yönetme konusu... Biraz açsan?
K.S.- Değerli iş adamı büyüğümüz Mansur Yılmaz’a ait bir sözdür o. “Ben yönetici olmam, yöneticiyi yönetirim.” Liderler son kararı veren kişidir. Lideri birileri yönetiyorsa o lider değildir. Yani kısaca, lider 2. Kişi olmaz. Bir işletmede karar verici mekanizma hep tepeye bakıyor ve tek başına hareket edemiyorsa, onun yönetsel yetkinliği sorgulanmalıdır. Ne yazık ki patronlar da bu tarz kişileri seviyor. Kurumsallaşmanın olduğu yerlerde ise, düzgün yöneticiler ortaya çıkabilir. Onların liderlik özellikleri de pekişebilir. Ali Koç’un birkaç zamandır sosyal medyada dönen bir söyleşisi var. Hoşuma gitti açıkçası. Konuşmayan kendini ifade edemeyen yöneticiyi sevmediğini söylüyor. Boşuna Koç olunmuyor demek ki!
C.K.- Sanatla yönetim ve liderlik arasındaki bağ tam anlamıyla nedir?
K.S.- Nejat Eczacıbaşı’dır, Einstein’dır, Sakıp Ağa’dır, Alaeddin Yavaşça’dır… Saymakla bitmez. Sanatla iştigal eden lider, değiştirebiliyor, üretebiliyor. İnovasyon denilen süreci layıkıyla yerine getiriyor. Sanat yoksa liderlik de yok!
C.K.- O kadar kesin mi?
K.S.- O kadar kesin. Atatürk: Dans ediyor, zeybek oynuyor, türkü söylüyor, şiir yazıyor, operaya meraklı, tiyatro metni yazıyor, en ilginci Türk Sanat müziğinde peşrevin nasıl olacağına kadar tutarlı görüşler ortaya koyabiliyor. Meraklısı için youtube’da var. Murat Bardakçı Atatürk, diye yazın, peşrev konusunu öğrenin. Churchill, 1954 Nobel Edebiyat ödülü almış. Fatih, şair. Hangi birini sayalım?
C.K.- Son olarak bize söylemek istediğin nedir?
K.S.- Cem Yılmaz’ın deyişiyle, “eğitim şart.” Bunu en iyi gören iş ve siyaset liderleri dünyaya ve insanlığa önemli katkılar sağlıyor. Koç, Sabancı, Nejat Eczacıbaşı, Hüsnü Özyeğin iş dünyasında bu işi şiar edinmiş değerlerdir. Liderlik ve yönetimin kaynağı, doğru ve güçlü eğitimden geçer. Doğu ve Batı kültürüne aşina olmaktan geçer.
C.K.- Seninki de yazmaktan geçiyor değerli dostum.
K.S.- Sait Faik der: ”Yazmasaydım deli olacaktım.” Ben delirmemek adına yazıyorum. Umudum var.
C.K.- Yeni kitabında başarılar, bol satışlar diliyorum. Aynı zamanda bizim ailemize de köşe yazarı olarak katılmış olman sevindirici. Başarılar diliyorum.
K.S.- Bizim çileli şairimiz büyük Akif der ki: “ Adam aldırma da çek git, diyemem / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.” Yazarlık hele ki köşe yazarlığı biraz bu düsturdan hareketle yazılmalı. Umarız sevenlerimizi utandırmayız. Bu soğuk Ankara gününde, İstanbul’un ılıman iklimini getirdin. Özlemişiz sohbeti Cemalciğim. İstanbul’da Caddebostan sahilinde öğlenleri yemeğimiz yer sohbet ederdik. İstanbul’a geldiğimde aynı yerde olalım.
C.K.- Ne demek, keyifle.
Yorum Yap